Kartallarda Posttravmatik Stres Bozukluğu: Hasan Arat Dönemi Beşiktaş'ı

Herkesin yıldığı, yeter artık dediği, tutunacak bir dal aradığı ve siyah beyazın siyahının en koyusu olan Vantablack seviyesinde bir umutsuzluk yaşadığı bir dönemdi. Kendi şirketine dahi sahip olamayan, sene olmuş 2024 ama iletişimi adeta yıllar öncesinde pili bitmiş saat gibi takılı kalmış olan, sürekli bahaneler üreten, kolum kırıldı, covid geçirdim gibi saçma gerekçelerle kendini acındıran, vizyonsuzluk kelimesinin karşılığı olan bir güruhtan kaçıştı bu adeta. Hep aynı şeylerdi insanları sıkan bunaltan. Sürekli suçu başkasına atıp, en ufak başarıda güvenlik kamerasına konuşan zihniyetti insanları delicesine bunaltan.  

İşte böyle bir dönemde milyonlarca Beşiktaş’lıya “oh be” dedirtmişti Hasan Arat. Güçlü hitabeti, bırakın Beşiktaş’ı; Türk futbolunda hiçbir netiminde bulunmayan bir zihniyet parıltıları olan, sporun içinden gelmiş, yanına ilk kez eski bir futbolcu olan Feyyaz’ı almış, popülizm üzerinden değil insanları ikna eden ve inandıran, geleceğe dair umutlandıran, okula giden çocukları dahi yeniden gülümseten projeler ile kalpleri fetheden bir adaydı kendisi. Bu umutlarım da, Allah var, boş değildi. Bugün yine gider yine Arat’a veririm o günü tekrar yaşatsalar. İnandım gerçekten. Oh be sonunda dedim kendi kendime, gittim kaç para verip kongre üyesi oldum, üstelik futboldan uzak Beşiktaş taraftarı babama bile ne büyük heyecanla anlattım seçim sürecini. Üniversite sınavını beklediğim heyecan katsayısında bir kongre bile takip ettim kendi adıma 😊  

Kuzenlerimle, arkadaşlarımla, renkdaşlarımla uzun uzadıya analizler, projeler, lan şunu da yönetime yazalım, onlara yardımcı olalım fikirleri; karanlıktan aydınlığa geçmenin umuduydu adeta. Kene gibi dadanmış muhabirlere had bildirmeler, YouTube ile sürekli birilerine bağırarak günlerini geçerip PR yapan kitleleri önemsememeler, Santos transferini kimse duymadan yapmak, Rafa Silva gibi bir yıldızı çat diye getirmek falan oh beeeee dedirtiyordu yine yeni yeniden. Hele bu umut, minik soru işaretleri ile ilerleyen yaz transfer döneminin sonunda ezeli rakibe 5 atıp kupa almayla doruk noktasına ulaşmıştı. Heh ama düşüşler de çoktan orada başlamış da haberimiz yokmuş. (olsun 5 attık, o evladiyelik bir hatıra ve 40 sene konuşuruz bunu, o ayrı 😀)  

Sorunlar silsilesinin ilk adımlarından biri, benim zihnimde devre arasında başlamıştı. Her şey hazır denmesine rağmen devre arasındaki esas transferler son gün, tarihin en yüksek bonservis bedelleri ile yapılmıştı. İçimden diyordum, e kardeşim niye beklediniz diye ama haksızlık etmeyeyim, yaza kadar bekleyeyim dedim. Çünkütüm transferler şimdiden hazırdemişti Başkan ve yöneticiler kış aylarında. Umuttu diri tutan insanı değil mi? Ama o dönemde gerçekleş(mey)en iki şey zihnimin köşesinde de iyice yer etmiş: Taraftarların açıklama beklediği, takımın fecaat olduğu dönemde sadece bir kere bir kulüp yetkilisi -Samet Aybaba- açıklama zahmetinde bulunmuştu. Diğeri ise aylar geçiyor, Santos gidiyor, Serdar Topraktepe falan geliyor ama bir şey değişmiyordu: Ortada bir sportif direktör veya futbol aklı bana gösterecek bir emare ortada yoktu. Ama olsun, yaza her şey düzelecekti, değil mi?  

Yaz oldu, günler geçti hoca ortada yok. He malum Youtube çığırtkanı gibi bir hayt huyt seviyesi bir beklenti değil ama merak da ediyor hani insan. E kardeşim hani hoca? O an en büyük kırılmalarımdan birini yaşadım. Mourinho olayı. Hüseyin Yücel çıkıyor, Mourinho ile görüşüyoruz falan diyordu. Konu Mourinho değildi biliyor musunuz bende. Konu, yöneticiler bu süreçlerle alakalı konuşmayacak denmişti, tüm yöneticiler sosyal medya hesaplarını kapatacaklar denmişti ya. Onlara ilişkin umudum kırılıyordu ÇAAAAT diye. Ama bunu da Hüseyin Yücel’e yıktım. Onun hatası, Başkan da tasvip etmez, bir daha olmaz falan diyordum ama bir şey daha oluyordu: Bir gün Linkedin’de gezerken, orada kişilerim arasında ekli olan, Başkan’ın seçim kampanyasını yürüten kişinin paylaşımını gördüm ve birkaç Beşiktaş oyuncusu ile menajerlik anlaşması imzaladığını paylaşmış. Lan bu ne?!” deyip, Beşiktaş’lı birkaç sevdiğim insan ile paylaştım ve aynı tepkileri verdiler. 

Akabinde süreklilik arz eden bir problemi fark ettim. Hani uzun bir ilişkide karşıdaki kişinin hatalarını önce görmeyip, sonra tüm resmi bir anda görürsün ve aydınlanırsın ya. Heh, bende de o oldu. Başkan’ın verdiği tüm sözler sürekli gecikiyordu. App Mart ayında diyor, Mayıs oluyor, yok yok Haziran denip Ağustos oluyor, valla Ekim söz denip Kasım ayına erteleniyor ve Kasım ortasında çıkıyordu mesela App. Konu geç çıkması değil ha. En başından Kasım deyip Kasım’da çıkarsalar yine bir şey demem fakat Mart deyip Kasım olunca olmuyor be işte. Kırılıyor insan. İçten içe uzaklaşıyor insan. Basket takımı ile ilgili sözler verip, sonrasında basket bütçesini futbola kaydırdım deyince insan şoke oluyor, bütçe aynı kalacak deseydin en baştan anlardım. Ama böyle olunca yaralanıyor insan. BJK TV Haziran’da açılıyordu, Kasım bitti kanal ortada yok. Sicil kurulu geliyor, kimlik kartı Haziran’da gelecek deniyor, Ağustos oluyor, Eylül’e erteleniyor, Ekim’de ve Kasım’da uygulamanın kırıntıları çıkıyor ama sonrasında karta ilişkin atılan maillerde diğer tüm sorular cevaplanırken kart konusu yok sayılıyordu Kulüp tarafından. Dibe çöküyordum adeta umutsal anlamda. (Sergen Yalçın A3 seviye Türkçe’si ileoyunsal anlamda”) 

Yazın transfer dönemi geliyor, aylarca “ONLARCA GURBETÇİ FUTBOLCU İLE GÖRÜŞÜYORUZ, YAPI KURACAĞIZ” cümlelerine taban tabana zıt bir biçimde sıfır (Can Keleş sayarsak, ki saymam, buçuk) adet gurbetçi ile tamamlıyorduk yazı. Ben illa yıldız istemiyordum anlıyor musunuz? Ciro-Rafa odaklı genç takım temelli gelişeceğiz dense zil takar oynardım biliyor musunuz? E niye geldi ki şimdi bu diye anlamlandıramadıüım Joao Mario geliyor, bonservis opsiyonsuz Ndour geliyor, takımın zihinsel kroniği Masuaku kalıyor vesair vesair ama 40 yamalı bohça giymiş 40 başlı ejderha ürünü bir kadro kuruluyordu. Önceki yönetimden farksız olarak yine suç gitmeyen oyunculara atılıyor, e gitmediler ne yapalım denilerek stratejik kopyalama örneği güdülüyordu. “Tamam da kardeşim, e senin önceki yönetiminden farkın ne bu durumda?” diyesi geliyor insanın. İletişim stratejin de aynı bak! :D 

 

İletişim dedim ya, Galibiyetlerde güvenlik kameralarında dahi yönetici görürken, mağlubiyet dönemlerinde resmi hesap, Teksas çöllerindeki sessizliğe bürünüyor, yöneticilerden eser kalmıyor, eser miktarda teknik direktör açıklaması paylaşılıp konu kapanıyordu. Babel döneminde tesis içinde videolar çekerdi hayran hayran izlerdik. Böyle bir videonun esamesi bile yok mesela aylar yıllardır. Arat aday olmayacak, bırakacak açıklamaları geliyor sağdan soldan ama yine iletişimsizlik stratejisi devam ediyor ve “ben 1 senelik yola çıktım kardeşim, ne bırakmasıveyaevet şu sebeplerden dolayı devam etmeyeceğimminvalinde bir izahat yerine yine kendi kendimize sorular deryasında kalıyorduk. Hakem skandalları bitmiyor, malum camia odaklı düzen devam ediyor, geçen senin kopyası yaşanıyordu. Evet biliyorum uzun oldu ama sahi 11 ayda neler olmuş be diyor insan. Çoğunu da unutmuşumdur ha.  

"Sene olmuş 2024 ama iletişimi adeta yıllar öncesinde pili bitmiş saat gibi takılı kalmış olan, sürekli bahaneler üreten ... bir güruhtan kaçıştı bu adeta. Hep aynı şeylerdi insanları sıkan bunaltan. Sürekli suçu başkasına atıp, en ufak başarıda güvenlik kamerasına konuşan zihniyetti insanları delicesine bunaltan." AYNEN AYNI CÜMLELER ÜSTEKİYLE. TANIDIK GELDİ Mİ?

Velhasıl, tüm yazının özeti olarak bir hikayeyi koyayım da tam olsun. Karakterleri yerine koyunca cuk oturuyor. Öyle bir okumalık yazıdır efendim. Benim hocaya dair umudum bitti kayboldu zaten. Bu dikiş artık tutmaz, bağlasan durmaz. Ama yönetime ilişkin hala bir şey umut etmek istiyorum. Çünkü tutunacak çok az dalı kaldı milyonlarca Beşiktaş’lının, biliyor musunuz? Selametle. 

“Bir gün bir Kral, dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza, ‘Üşümüyor musun?’ diye sorar. Muhafız, Ben alışığım Kral’ım,’ cevabını verir. Kral, Olsun, sana sıcak elbise getirmelerini emredeceğim,’ der ve gider. Ancak bir süre sonra içeri girdiğinde emri verme­yi unutur. Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini görürler; duvara da bir şeyler karalanmıştır ve şöyle yazmaktadır: "Kral’ım soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü." 

Not: Bu yazı Samet Aybaba'nın görevden alınmasından hemen önce kaleme alınmıştır. Son olaylar (01.12.2024) akabinde, Arat lehine taşıdığım tüm umutları bir kendi adıma bir "kandırılma" olarak kabul ediyorum.

Yorumlar