Dr. Firarda: Bellanda Maceraları ve Karsu esintili Mannheim Seferi #1

Malum, bu heykele dokunan bir daha geliyor.
AB Vatandaşlığımızı da böylece garanti etmiş olduk.
 

Kuş seslerine karışan arka planda çalan Joytürk raaaaadyo cingılı ile helö okurum, naber? (Yedi numaraaaaa: 🎵 bilmem miieeeööö, zor günlerimde hep sen yanımda vardın, oooooo ya🎵) Napalım durumumuzda yoktu, coytürk cooooytüüürk dinliyoruz boş zamanımızda. Ama bak şarkı keşfettim iki üç tane. Neyse konumuz o değil. Konumuz doktora sonrası [evet bilmiyor musun? Doktora bitti, artık blog “İyi Niyetli Üçüncü Dr. iur. Müslüm Fincan” hehehe. Yok yok g.tüm kalkmadı, dur hele] yaptığım mini geziler, gezicikler. (Kedicikler?) LOS GEHTS!





Bak şu araziler hep dedeminmiş.
Amsterdam'da kumarda yemiş. 

Nerelere gittim, gittik, gidildi? Brüksel (e gitmiştin), Rotterdam (e gitmiştin), Amsterdam (e gitmiştin) ve Mannheim (e buna da gittin). [Gezdiklerim için pişman değilim, aklım hala gezmediklerimde, ABD East Coast, ÂMİN]. Heh ama her zamanki gibi araba kiralamalı zengin süreçlerde gezmedim. Olay şuydu, kâh Filiksbus (hani yeminliydin lan binmemeye? Noldu lan paran mı bitti fakir?), kâh gecikmeyen Hollanda trenleri, kâh ise iğrenç, geciken, iptal olan, tüm güzel gezi programların katili DB trenleri ile az biraz gezmiş oldum, olduk, olundu. Her şey, gecenin bilmem kaçında aniden gelen gezi fikri ve gezi planı ile başladı. Niye? Çünkü deli dürttü. Hemen tren biletleri alındı, otel rezervasyonları yapıldı (ooooo zengin, otelde kalıyor) [parkta mı yatam?] ve bir günün taa gece 4’ünde evden çıkarak Flixbus ile Brüksel’e yollandım, yollandık, yollanıldı. Yolda naptım? Paso uyudum. Horul horul. Niye? Uykum vardı. Evet. Sabah 7 falan Brüksel’in taa kuzeyindeki gökdelenlerinin arasında üşüyerek otobüsten inerek soğukları iliklerime kadar hissettim. Şimdi bilenler bilir, şehrin bayaaaa dışında Atomium denilen demir atomunun 152 milyon kere büyütülmüş halinin heykeli var. Öyle bişeydi işte. Ama bir esprisi de yok bence. 4 km falan yürüyüp, mezarlıklardan, Schaarbeck denilen Türk mahallesinden, kiliselerden geçerek Atomium’a vardık. Yolda da parkta sandviçlerimizi tıkınırken yere çizilen gamalı haç nazi sembollerine falan rastlayıp kınadım bol bol, kınadık, kınandı. Gittik, foto çekilmelerin ardından “aaa bişi yokmuş burada” şeyiyle tramvaya atlayıp [hayır önüne değil, içine] şehir merkezine gittik.

Rotterdam küp evler. Ev. Küp.

Anaaam.. Özlemişim lan Grote Markt’ı. Orada bir heykel vardı, dokunan buraya tekrar gelir deniyordu. Zamanında dokunmuştum, ve evet işe yarıyor. Tekrar geldim. [Denendi, %100 çalışıyor.] Manneken Pis heykeline gittik, ki hala anlamam neden o şey meşhur, onu gördük, akabinde bir kiliseye gidip, bahçesindeki feci rahat ve uzanılabilen şeylerde biralarımızı şeyaptık. [yalan] Grote Markt’a yeniden döndük ve meydanda düğün olduğu için feci bir kaotik bir Cumartesi ortamı vardı, dolayısıyla düzgün fotolar çekme imkânı olmasa da, tek hayalimi canlı tutuyordum Bürüksel ile ilgili: Çikolata müzesine yeniden gidip, çikolata şelalesine bisküvimi bandırarak yeniden zevkin doruklarına çıkmak. Biletlerimizi aldık, bi ton para baydık, sıraya girdik ve çikolatanın tarihçesi, çikolata tohumu çuvalları, çikolata fincanları (lan?), çikolata aromaları, çikolata ile ilgili her ayrıntıyı gördüm. Şu var, müzeyi büyütmüşler geçen seferkine oranla. Ama aklımdaki yegâne şey çikolata şelalesi. [Sadece benim değil, Gizem’in, Büşra’nın, Büşra’nın annesinin, babasının, halasının, teyzesinin, dayısının, dayısının karşı komşusunun küçük yeğeninin, amcasının, amcasının binasındaki kapıcının ve Büşra’nın hava attığı arkadaşlarının da] Müzede ilerledik, ilerledik ve sona geldik. Şelaleden önceki bedava küçük çikolataları görüp sevinerek tıkındım, tıkındık, tıkınıldı. Fakat gözlerim şelaleyi arıyor ve sürpriiiiz. Kaldırmışlar. [bi on dk ağlayıp geliyorum izninizle] Sövdüm, çikolata yapım şovunu izledim, orada verilen 1 ADET çikolatayı yiyerek nefsimi körelttim, sövdüm, dışarı çıktım. Evet, gitmeyin. O ŞELALE BURAYA GELECEK SAYIN MÜDÜR!

AAA RESMEN HABERSİZ ÇEKMİŞLER AAAA

Oradan çıkıp merkeze giderken Zinneke Parade denilen bir yürüyüşe rastladık. O esnada da en önemli şeyi yaptım, Belçika patates kızartması yedik oturup. Bir ton sosun arasından da Americane isimli bi sos vardı. Ona bayıldım resmen. Dadına doyamadan ve Zinneke Parade denilen şeye çoluk çocuk eğlendiriyorler yeaaa diyerek b.k atıp otelin olduğu yere gidelim dedik. Yolda Brüksel wafılı yedim, yine beğenmedim. Otelin olduğu (hostel de mi lan asdhasd) sokağa vardık ve bi binada yangın var. İtfaiye falan geldi, feci yorgun olmanın etkisiyle de uyuduk erkenden ve yarınki Rotterdam yolculuğunu zihnimde planlamaya başladım. (uyurken mi planladın lan?)

Malum olay sonrası çorap kurutma süreci :( 

Sabah yopyorgun bir şekilde uyanıp da Filiksbus’ların kalkacağı otobüs durağına doğru yollandık. Oradan da Rotterdam yolları tencere biz kepçe [öyle değil miydi lan o deyim] otobüsle vardık şehre. Şimdi Rotterdam güzel şehir, iyi şehir ama paso gökdelen ve türlü modern mimari tarzda binalar var. Şehir merkezinde inip, bir süpermarketten fakir usulü ekmek, peynir, domates, içecek ve havyarımızı alıp bir parka geçip oturduk. Güzelce bi kahvaltımızı yaptık ve şehirde görülmesi gereken parkın yakınındaki bir kulemsi şey varmış [Euromast] oraya gidelim dedik. Park baya büyük, ismi de Het Park. Parkta yürürken iki rota var, birincisi kısa ama bi sallanan köprü var ve suya batık. Diğeri uzun rota ve insanlar hep o rotadan gidiyor. Ben naptım? Her aklı başında bir insan gibi kısa yolu seçtim ben koşarak ıslanmadan geçerim diye (mal yaaa). Sonuç? Islak ayakkabı, ıslak çoraplar, kahkahalar ve yürümeyerek kazandığım 47 saniyelik zaman. Zaman önemli konulu bu hatıramı da anlatmış oldum, rahatladım. Mis. Oradan çıkıp bol gökdelenli Rotterdam yollarını güneş tam tepedeyken arşınlayıp başıma güneş geçirdim biraz. Veerlaan sokak diye bir yer vardı, oraya gidip komiklikli şakalı bir fotoğraf çekildikten sonra, [hayır yani, lanlı lunlu konuşmak yerine rica etse vereceğim, ne gerek var terbiyesizliğe. heheh] küp evlere bir bakış attık. İçeri girişi paralı yaptıklarını görünce, google’dan içerisinin fotolarına baktık. Napalım? Euro olmuş 15! ON BEŞ… (ohoooo 19 oldu sen uyu) [neyse ben zaten yuroyla kazanıyorum… Yani evet…] Onun devamında da otobüs saatini beklemek için naptık? Evet doğru bildin okurum. Starbaksa gidip 3 kuruşluk içecekle telefona tüm güncellemeleri indirdim. 7 GB. Helal et Sıtarbaks… Sonra? AMSTERDAM BEYBİİİİ

Next Next Star’ın Sunduğu Geziler Vadisi’nde diğer yazı: Amsterdam’da kafa yapan lolipop kafa yapıyor mu? Redlight’ın aylık elektrik masraflarını hesaplayan Türk kim? Belçika’nın mı Amsterdam’ın mı patatesi daha iyi? Mannheim’da beyran yeme qeyfim ve bir tutam Karsu. To bi kontinyud.


BAĞIRMASAK?




Yorumlar