Kitlesel Gereksinim: Bir Tatlı Huzur Arayışı ve Bir Takım Kararlar

İnsan hayatı tecrübeler demetinden ibaret bir yığın olabilir düşünceleri ile uyandım bu sabah. Bu düşüncelerin sebebi, yaklaşık dört aydır yaşadıklarım, hatta aslında 30 senelik yaşamıma etki eden dört aylık bu periyot idi. 2022 daha gelmemişken ve Aralık ayı tüm soğukluğunu hissettirirken zihnimde kendine yer bulan bir duygu ve düşünce kümesi vardı: Ocak ayında başlayacağım işin getirdiği heyecan, bulunduğum şehirden ayrılmanın hüznü ve yeni bir şehre adaptasyon sürecinin soru işaretleri.

Gelirken huzurluydum ve bulduğum ev de harika bir yuva sıcaklığı katıyordu bana. Şehre daha hızlı ısınacağım izlenimini beraberinde getiriyordu. Ancak işyerinde karşılaştığım manzara hiç de beklediğim gibi olmadı. Kimse boşanmak için evlenmez. Kimse kaza yapmak için bir araba almaz. Kimse kusmak için yemek yemez. Kimse istifa etmek için de bir işe başlamaz. Ancak tüm bu olası kötü sonuçlar da, evlilik-araba almak-yemek yemek veya işe başlamak gibi mutlu anların potansiyel çıktılarıdır. Detay vermeyeceğim ancak bu yazının ileride kendime kısa bir hatırlatıcı mektup vazifesi taşıması için de birkaç şeyi anlatacağım. Fakat esas belirtmek istediğim şey farklı.

Sözleşme imzalanırken verilen sözlerin ve mutlu işyeri atmosferinin hiç de öyle olmadığını, agresiflik problemleri olan bir mini diktatörün emrinde çalışan mutsuz 30 akademisyenin ruh halini gözlemledim. 30 kişinin tamamı gerçekten de oldukça cana yakın ve “iyi insan” olmalarına rağmen, baştaki bir kişinin eylemleri tüm yapıyı bozabiliyormuş bunu öğrendim. Tutarsızlıklar, fazla mesaide beklenen ve talep edilen ‘fedakarlık’ların garipliği, kendinde çalışanlara bağırma hakkını gören bir işveren, Profesör ünvanının sosyal yeterlilik getirme garantisinin olmadığının ispatı gibi birçok faktör insanı hayattan soğutan detay olarak yetebilecekken, bir de hakaret eden bir “profesör”ün varlığı, anında istifa etme gerekliliğini beraberinde getiriyor. Tüm bu mutsuz işyeri atmosferinde bir gün bile güler yüzümü diğer çalışanlardan eksik etmeden her sabah yüksek bir enerji ile hep günaydın dedim. Bunun bir sonucu olarak da 3-4 aylık birliktelik sonrasında bile gerçekten üzülen yüzler görmek doğru yolda olduğuma bir ışık tuttu adeta. Üstelik konuştuğum asistanlardan samimi olduklarımın hepsi, iş aradıklarını, buldukları an ayrılacaklarını ve tercihimin çok doğru olduğunu ilettiler. Ocak ayından beri ayrılan 5, Mayıs’a kadar daha ayrılacak 3 diğer asistan da bu kitlesel mutsuzluğun ayrı bir ispatı. Tüm bu saçmalıkları o profesörün yüzüne son gün söyleyebilmenin mutluluğu ise paha biçilmez. 

Sözün özü, toksik bir yapıdan kendimi derhal ve birçok ekonomik riski de alarak kurtardım. Hayatımda verdiğim tüm kararlarda olduğu gibi, o an için verebileceğim en iyi kararı vererek bir yol çizdim. Lakin esas husus, bir insanın huzura ne kadar ihtiyaç duyduğu ve ruhumuzun besininin huzur olduğunun farkına varmam. Çocukken babamın verdiği birçok öğüdün içinde “insanın iş yerinde ve evde huzurlu olması lazım” cümlesi, diğer cümlelerin aksine, aklımın bir köşesinde kalıvermiş. Hayatımın belli bir döneminden sonra da bu cümleyi uygular bir halde buldum kendimi. Gerçekten de müzik, alkol, ibadet, uyuşturucu veya seks gibi insanların mutluluk veya dertlerden kaçış aracı olarak kullandığı tüm araçların, aslında anlık veya kalıcı huzura sahip olmak için küçük adımlar olduğu gerçeğini fark ettim.

Bir insana öğüt verebilecek kadar hayat tecrübem var mı bilmiyorum ancak ileride çocuklarıma verebileceğim bir öğüdü şimdiden özümsemiş bulunuyorum. Bir işte mutlu değilseniz ve bu mutsuzluğun sebebi siz değilseniz, kronik sorunlar silsilesinin bir sonucu olarak o işyerine doğru her sabah ayaklarınız geri geri giderek yol alıyorsanız, her gece eve gelirken ‘yine ne konuda kavga edeceğiz’ diye kaygı ile düşündüğünüz dakikalarınız varsa, TV karşısında huzur barındırmayan zorunlu katlanmalarınızın olduğu bir insanla günleriniz geçiyorsa, benim hayatımda sadece bir kez ve bu kez yaptığım üzere o cesaret meşalesini yakıverin. Tabi bunda meşaleyi yakan alevin okjieni ise, sizin bu kararınızı anlayacak ve destekleyecek insanların varlığı. Bu varsa hiç korkmayın. Hiçbir sıkıntı kalıcı değildir. İnsan hayatı tam yaşasak hepi topu 80 sene falan, bunun üçte biri uyku, 10 senesi çocukluk, 15 sene aşırı yaşlılık iken, kalan azıcık bir zamanda yaşamı zindan etmek ve zihni-kalbi tarumar etmek pek mantıklı gelmiyor artık bana.

Huzur arayanlara, ve onu bulanlara…

12.04.2022, Tag der Befreiung.

Yorumlar