Yeşil, Mavi ve Trafik Cezalarının Rotası: Fristurya Gezisi #2

(İÇSESLİ AÇILIŞ: Oha ne güzel video yapmış şu Müslüm yaa. Kaç defa izledim bilmiyorum. Tamam dürüst olacağım, bir kez ehehe. Çünkü bk gibi olmuş heheheheh. Şşşş, susun susun geldi yine. OOOO NABER HACI YA, BİZ DE NE SÜPER BİR VİDEO YAPMIŞSIN ONU KONUŞUYORDUK. Bayıldık videoya. Blog yazısından az mı izleme aldı.... He... Neyse hacı yazmak daha elit zaten, YouTube ele ayağa düştü. Sen onu bunu boşver de yazıyı yaz.) Oooo okurum naaaaber ya, yazının devamını merak ettin de geldin de mi? Tahmin etmiştim. En son gayet güzel Heidi kızlarıyla Alplerde el ele koşmalardan bahsetmiştim. Nasıl ya? Bahsetmedim mi........... ... .. Başlayalım biz yazıya, sen takılma, güzel değildi zaten Alpler. Evet. Başlıy...... Başlıyorum tamam. Los gehts!!

Efendim en son Fransa sınırından çıkıp, Basel’i gezmiş ve akabinde de Luzern şehrine yollanmıştık. Heh işte ne var bu Luzern’de diyeceksin (yoo), Aslan var. Bu şehir Aslanlarla ünlü. Şehrin yarısı sırf bu yüzden galatasaraylı. Harbi........ Neyse, biz Luzern yolunda sakin sakin ilerlerken dikkatimizi çeken ilk şey, her yerde hız sınırının 50 ve 70 arasında değişmesi idi. Malumunuz otoyol pahalı olduğu için bedava ve tek şerit yolları kullanırken, ki belki de 500 km falan sürmüşüzdür İsviçrede totalde, bizi tek şeritli yollarda sollayan araç sayısı kaç? Sıfır. Harbiden. Normal gidiyoruz, işimizde gücümüzde, sakin sakin ilerlerken bir sürücü bile bizi sollamadı ve hız sınırını aşmadı. Halbuki gezi öncesi (gezi parkı???) [dur ortalığı karıştırma ya] Türkiye’deki tek şeritli yollardaki kaos gibi olacak sanmıştık ancak herkes efendi efendi sürünce bir sorun dahi yaşamadık. Tabi İsviçre’de trafik iyi de..... Telefon kullanımı feci sıkıntı. Niye? Normalde kendi hattımızla Avrupa’nın her yerinde bir şey ödemeden kullanım mümkün iken, İsviçre AB’de olmadığından mütevellit 10 KB internet için 7 cent alıyor telefon şirketim. Yani ne demek bu? 1 MB için 7€.......... Evet ben de nasıl ya tepkisini verdim operatörden İsviçre’de gelen mesajdan sonra, ki o zamana dek en az 10 mb kullandım interneti. Sadece bende böyle sıkıntı olsa iyi, Nasip’in operatörü de 50-60€ yine ayrıca ona kitledi. E peki noldu? Nasip operatörü Avusturya sınırına girince arayıp, çingenlik ede ede o faturayı sildirtti. Ben naptım? Efendi efendi operatörüme bağlanıp, durumu anlattım ve şanslısınız ki ödeme görünmüyor dedi. Velhasıl, İsviçre’de elde pusula ile gezdik yol boyu telefonsuz.

Luzern’deki muazzam Aslan heykelinin tarihi bir değişik. Tarihi kaynaklar “Luzern Aslanı Anıtı (Almanca: Löwendenkmal) Bertel Thorvaldsen tarafından tasarlanan, 1820-21 yılları arasında yapılan İsviçre'nin Luzern kentindeki heykeldir. Heykel Fransız Devrimi sırasında 1792 yılında Paris Tuileries Sarayı'nı savunan İsviçreli Muhafızların öldürülmesi üzerine yapılmıştır. Eser ölmek üzere olan bir aslanı çok başarılı bir şekilde betimlemektedir.” dese de, oradaki yerel halktan bu heykelin aslında nasıl ve neden yapıldığını gizlice öğrenmeyi başardık. Şöyle ki, esasen olay daha yeni. 2 Aralık 2017 tarihinde İstanbul’da Beşiktaş ile Galatasaray arasında oynanan maçta neredeyse tarihi hezimet yaşayacakken, Beşiktaşlı bazı futbolcuların beceriksizlikleri sonucunda sadece 3-0 yenilen Mavrupa Matihi (hehehe, qomiq) anısına Ağlayan Aslan Heykelini yapmışlar bir gecede. Evet. Hatta maçın özetini de heykelin sol tarafında gösteriyorlar sürekli. (Linki de şurada https://www.youtube.com/watch?v=wYJPsIAlPV0). Bu bilgiyi de başka yerde bulamazsınız. O değil de, ne maçtı be....... Luzern’de heykeli ziyaret edip, fotoğrafları çekildikten sonra gittik orada bir Starbucks’a ve internet özlemimizi gidererek 2 kahveye 20€ verdik. Resmen kazıklandığımızı hissedip, 3-4 defa tuvaleti kullandığım katiyen doğru değildir.

Luzern’den çıkıp kuzeye Rheinfall civarına giderken yol boyu hatırladığım iki şey var: oldukça huzurlu bir yolculuk ve gayet güzel yollar ve Zürih’e yakın bir yerde tüm trafiğin tıkanması ve büyük bekleyiş, ki zaten videoda şeyapmışsındır o sahneyi. Heh o huzurlu rota ve Zürih tıkanıklığı dışında bir şey oldu. Rheinfall’e çok az kalmışken navigasyon beyin gösterdiği rotayı usul usul, efendi efendi takip ederken bir küçük kasabadan geçiyorduk. Heh işte o kasabadaki nehri geçen tek köprü tıkanmış [ya da başka köprü vardı ama biz bulamadık] ve biz mal gibi kaldık. Köyde bir sağa bir sola gidip alternatif yol ararken bir çifte rastladık. 60lı yaşlarda ve Balkan aksanlı Almanca konuşan (Balkan aksanını nereden biliyorsun ya, anca şov he) hacılara durumu anlatınca karı koca kendi aralarında en rahat rotayı tartışmaya başladılar. Nasip Almanca bilmiyor ve boş boş bakarken, ben de rotalar konusunda tartışmada aynı histe izliyordum. En nihayetinde adam baskın çıktı, kadın öf tamam dedi ve adam bize mal gibi bir rota tarif etti. Güldük eğlendik ve o rotadan gidiyormuş gibi yapıp, bu çift gözden kaybolunca telefonun rotasına güvenip yolu kaç km uzattık ve haliyle varışımız da gecikti. Heh işte bundan dolayı noldu, kalacak yer bulamadık. Ekstra sıkıntımız da şu, telefonun internetini İsviçre’de açamıyoruz... Offline bir harita kullanarak kaç yere gittik, ya çok yüksek fiyat çektiler, ya öğrenci yurdu çıktı, ya da... neyse :D. En son bir hostel bulduk, parada anlaştık falan. Bi baktık oda leş, ufacık ve en önemlisi, Wifi çalışmıyor. Kendileri girebiliyor resepsiyonda ama biz... Efendi efendi tartıştık, paramızı ver kardeşim dedim [Alttaki sahnenin bir benzeri yaşanmıştır. Evet]. Ama şaşırtıcı bir biçimde hiç itiraz etmeden verdiler internete bağlanamadığımıza ikna olduktan sonra. Biz de mutlu mesut kalacak başka bir yer aradık.. Aradık.. Aradık [gecenin 11’i] ve en son naptık? Arabada yattık... Sabaha dek uyumasam daha az yorgun uyanırdım. Abv...

Sabah, sanki gece daş daşımışçasına uyandıktan sonra ilk iş meşhur Rheinfall şelalesine gitmek oldu. Saat 8:30’a dek bedava olduğunu duyunca fakir genlerimiz devreye girerek mutlu olduk durduk yere ve muazzam manzaralı Rheinfall’ı gördük, tuvalete gittik, elimizi yüzümüzü yıkadık, kıyafetleri değiştik (lan???), kahvaltı yaptık ve 8:29’da efendi efendi Konstanz yoluna doğru yol almaya başladık. Ahanda Rheinfall manzarasını da en aşağıya koyuyorum, sen ayrıca hayran kalırsın. Gittik gittik, trenler geldi yolda bekledik, nehirler, göller, kasabalar, inekler, böcükler falan gördük ve nihayetinde [hepi topu 1 saat sürdüler ha] Konstanz/Kreuzlingen şehrine vardık. Orada ne var? Almanya İsviçre sınırı var. Konstanz Almanya tarafı, Kreuzlingen ise İsviçre tarafı. Oturduk tam sınır noktasında “İsviçre’deki adam daha ucuz diye komşusundan evine ayrı bir modem bağlatması için rica ediyor mudur” diye saçma sapan fakir tartışmaları yaparken, kendi ürettiğimiz hayali ülke sınırlarının ne kadar boş ve önemsiz olduğunu fark ediy...... (lan arkadaş amma demogoji yaptın he. Liberalliğin tutmuş belli). Neyse... Akabinde yine arabamıza atladık minik köylerin içinden geçe geçe ilerlerken bir tarlanın yanında meyve standına rastladık. Adam (kadın?) almış elmasını vs tezgaha koymuş. 8 elma 3 frank, parayı da şu kutuya at deyip gitmiş. Naptık, koca koca elmaları seçip 3€ atıp usul usul ayrılırken... Kucağıma sığmayan 8 elmayı arabaya taşırken elmanın biri yere düştü, o esnada süper lüks bir Porsche araba da o toprak yoldan geçerken ben “hassss... gitti 40 cent -3,50 lira-“ diye üzülürken kadın muazzam ani bir fren yaptı ve gülümsemeli el sallayarak, numarasını Nasip’e verip yoluna devam etti. Sonra naptılar bilmiyorum (yaşanmadı bu).

Çakıyla Aslan öldürmüş zamanında bir komutan. Onu temsilen... 
Gecesinde şirin bir Marangoz Alman ailesinin evinde AirBnb şeysinde kaldık ve evin annesi öyle sohbetşinas, öyle sevimli ki... Uzunca politika, hukuk, dünya, siyaset, spor, çevrede gezilecek yerleri falan konuştuk. Pardon ben konuştum. Çünkü o esnada Nasip arabayı alıp Porsche’li kadınla buluşmaya gitti........ Sabahında ise önümüzde up up up upuzun bir yol vardı. Yaklaşık 450 km bir yol gösteriyordu navigasyonumuz ve 4-5 saat arası bir sürede Salzburg’a varacağımızı şeyapıyordu. Heh noldu? Biz tam tamına 14 saat sürdük, uçurum kenarlarından, daracık yollardan, küçük tünellerden, paralı olup olmadığından emin olmadığımız rotalardan gide gide gece bilmem kaçında ve yolda hemen hemen hiç mola vermeden Salzburg’a vardık. Bu arada neler oldu? Mesela bir yerde durup fotoğraf çekilirken birisi bizi ormana kilitledi :D Cidden. Ormanın girişinde metal kapı vardı, biz de uzaktan kapıyı görüyoruz he. Bir adam geldi, saat 5 oldu deyip o kapıyı kilitleyip gitti. Saçma sapan kapının altından üstünden geçerek zar zor ormandan çıktık yola devam ettik. Mal bir kamyonun dibimizden geçmesinden ötürü Nasip ismini Yusuf olarak değiştirme kararı alırken, daracık yollar olmasına rağmen Milka inekleriyle dolu harikulade manzaralara rastlamış olmak, buraya mı taşınsam lan fikrini canlandırmadı değil... Yol boyu sürekli bisikleti veya motorsikletlileri gördük ve baya sövdük. Çok dengesiz ve trafiğin içine edecek bir biçimde karayolunda sürüyorlar ve zaten sollama çok zor, hız sınırını da aşmamak isterken kendilerine küfrettiğimi inkar edemem...

Salzburg Sarayı. Evet.

Salzburg’a gece vardıktan sonra sabahında Salzburg’un Mozart müzesini, Mozart doğduğu evini, Mozart çikolatasını, Mozartın...... NEYSE. gördükten sonra güzel bir börekli Alman kahvaltısı ve hediyelik eşya peşinde geçen birkaç saatin akabinde bir şey farkettim. Tüm kasiyerler vs göçmendi. Nereye gitsek ya uzakdoğulu, ya ortadoğulu ya da bir başka göçmen kasada oturuyordu süpermarketlerde, poğaçacılarda falan. Bir de mavi araba tabelası olan yolları paralı yol sanıp saçma sapan korkmamız var ki... Meğerse sadece motorlu araç girebilir demekmiş ama biz durduk yere gitti lan paralar korkusu ile yolda ilerledik dakikalarca. Salzburg’dan çıkıp Almanya üzerinden transit olarak ve müthiş Alman otoyollarından ilerleyerek hızlıca Strasburg’a yol aldık. Yolda tekerin havası uyarı verdi şişirdik, trafik tıkandı durduk, baktık benzin çok gidiyor klimayı kapadık, McDonalds otoparkında Beşiktaş maçını izledik, yol üzerinde Ulm’de Birecikli Türk Restoranında muazzam ötesi bir öğle yemeği şeyaptık [YEMEKTEN SONRA YOLDA DİYALOG - halam: sonra yemeye de dürüm paket yaptırdın mı? ben: evet. Halam: keşke iki dürüm yaptırsaymışsın, onu de yerdin.. İŞTE FİNCAN OLMAK BUDUR <3] ve nihayetinde Strasburg’da Tania isminde bir Fransız ile bir Tunuslu’nun evine gittik AirBnb sağ olsun. Ev muazzam temiz ve düzenli, adam sabah erkenden sabah namazına giderken gelin hacılar birlikte gidelim modunda, kadın muhteşem titiz ve kibar, bize kahvaltı falan bile hazırladılar.

Biz hayran hayran sabahında erkenden oradan ayrıldık şehir merkezine gittik. Ayyaşların, bokun, püsürün, pisliğin şehri imiş bu Strasburg tüm bu gezi sonrası, onu anladım. Sabah selam verince almamak ne arkadaş..... Hepsi yüzsüz, hepsi selamsız sabahsız ve enerji sıfır koca şehirde. Lan çöp toplama aracı üstü açık püfür püfür çöpleri götürür mü lan??? Neyse sakinim. Dahası, bu rezilliği Fransız mandasına girelim desem “OHA TAMAM” diyecek Nasip dahi kabul etti hani. Tek iyi şey, yediğim krosan ve brioche oldu. Oha canım çekti. Aman neyse, 3-5 fotomuzu çekilip, Nasip’i Paris’e yollayıp ben de Erlangen yoluna düştüm. Heh ama noldu? Araba navigasyonu Fransa’da çalışmadığından şehirde yanlış rotalara gire gire 1 saati buldu. Otoyolda bol bol tıkanıklı yollardan ilerleyerek 3-4 saat sonunda Erlangen’e varınca kenarda elma satan bir amca görüp ondan elma şeyettim. Porsche bekledim ama gelmedi :/ Sona ufaktan köyüme gidip eşyaları evime yerleştirdim ve the bitti. 2500 km sürüp, yorulup, süper tutumlu ve 2 kuruş benzini bile hesap ederek gezdiğimiz rotada totalde her şey dahil 2 kişi 970 civarı tuttu. Mutlu muyuz? Evet. Bir daha yapar mıyız? Başka rotada bittabi. Corona biter mi? Sanmam. ABD gezisi? İnşeallahüteala.

Hadi sağlıcakla!!!

Haydiiiiiii (Heidi)

Yorumlar