Macera Dolu Amerika! - Mil, Galon ve Burger'e Adanmış Hayatlar #2
Selaminko
millet! (Aleykümko) Weskos gezisinin ilk kısmındaki türlü entrikalar ve
[aslında entrika falan yok, kabul] anlatılası
anılardan sonra, ikinci bölümde daha alengirli şeylerden bahsetmeyi
planlıyorum. En son In-N-Out Burger’den bahsetmiştim (oha ne reklam yaptın be) ve
bu yazıda birçok konudan bahsedeceğimi ifade etmiştim. Evet. Başlayalım. Nasıl?
Yoo bişi getirmedim sana oradan. Fakırık fakırık nasıl getirelim. Yav dur hele
yazıya başlayamadım. Hadi los gehts de, girişelim olaylara. Vamos!!!! [hö?]
En son Los
Angeles yollarına doğru rotamızı çevirmiştik. Heh işte, 3-4 saatlik bir sürüşün
akabinde şehrin biraz dışında, Bakersfield denilen bir yerde AirBnb ev tuttuk.
Adresi girdik, gidiyoruz gidiyoruz yol bitmiyor. Bakersfield dışında bir köye
girdik, tam klasik Amerika Ülkücüsü köyü. Her yer bayrak falan. Kapıyı çaldık
açan yok ve gecenin bir yarısı. Adamı arıyoruz açmıyor ama evin içinden köpek
havlaması geliyor ve gtümüz donuyor. Neyse adam 4. veya 5. arayıştan sonra
birini gönderdi müsait olmadığı için [damadıymış.
Adı Bereat.] ve damadı [aslında
bizden küçük he] bize odamızı ve mutfağı banyoyu falan gösterip gitti. Koca
evi bize bıraktı. Vay arkadaş dedik. Bu kadar. Akabinde ise sabah erkenden Los
Angeles yollarına düştük, bir saat kadar sürdükten sonra şehre giriş yaptık. [mini bilgi, LA’de –Los Angeles yazmak uzun
sürüyor- nüfüsun %49’u Latin kökenli ve bunların yarısı da İngilizceyi
konuşmakta güçlük çekiyormuş] Şehirde bir süpermarkete girdik ve içeride
herkes Latin, herkes İspanyolca konuşuyor, etiketler vesair İspanyolca. Garip
garip Latin yiyeceklerinden falan alıp çıktık. Beverly Hills’de, Hollywood
yazısının oralarda, Walk of Fame’de, kısacası LA’ın en turistik bölgelerinde
fotoğrafsal işlerimizi bitirip [walk of fame dedikleri, amerikan aktörlerin,
oyuncuların, sporcuların, ünlülerin vs bir yıldız içinde isimlerinin yazılıp
kaldırıma konduğu ve filmlerde bolca gördüğümüz o cadde. Tamamen Hollywood
etkisi olarak gayet parıldayan bir yer sandığım o cadde, evsizlerin dolu
olduğu, pislik içinde ve saçma sapan bir bölge çıktı. Büyük bir hayal kırıklığına
uğradım resmen. LA da abartılmış bir balon evet ama San Fransisco kadar büyük
bir balon değil] hele bir suşi yiyelim dedik. [Suşi’nin tadı hiç iyi değildi, onu boşverelim] Suşiciler, Japon-Çin
sokağında ve o sokağa giderken resmen LA’ın diğer yüzünü gördük. Kaldırımda
uyuyanlar, kaldırıma çadır kuranlar, her yere dağılmış olan çöpler, evsizler
vs. Avrupa ile kıyaslayacak olursam, Avrupa’da bu denli evsiz bulamazsın.
Sosyal devleti hele hele Almanya’da çok hissedersin. Evet Almanya’da, ABD’deki
kadar zengin olanlar da yok ama tam tersi olarak gelir dağılımı bir nebze daha
adil ve bu denli fakirlik de yok şehrin arka sokaklarında. Oradan bir de Malibu
Beach gidelim dedik, okyanusta yüzmemiş olmayayım dedim ama hem plaj tıklım
tıklım, resmen Metrobüs Plajı gibi, suyu acayip soğuk, dalgalar acayip yüksek
ve kıyı bol yosunlu ve pis. Evet bu saçma koşullarda bile millet sörf yapıp, yüzüp,
bulutlu havada güneşleniyor. Çekmeköy sahili > Malibu :D
Gece eve
vardıktan sonra [yeni AirBnb evindeki
Çinli teyzenin hiç İngilzce bilmeyip bizle Google Translate ile tabletten yazıp
göstererek iletişim kurması da ayrı güzeldi yav] bu kez Yunus, yürü kalk
Mulholland yoluna gidelim dedi. 30-35 km gece 10’da sırf bunun için bastık
gittik. Değdi mi? Absulutli... LA ayaklarının altında kalırken, gecenin o hafif
esen rüzgarla gelen soğuğu... Çok mu şiirsel oldu yav. Efso manzaraydı, onu
diyebilirim sadece. Sabahında erkenden kalkıp saçma sapan kalabalık bir LA
trafiğinden güçlükle çıkıp kumarın, dünyadaki tüm günahların, itliğin,
çakallığın, israfın, şatafatın merkezi Las Vegas’a yollandık. İddia ediyorum,
dünya üzerinde tüm günahların çok rahatlıkla ve hiçbir sınır olmaksızın
işlenebileceği yegane yerlerden biri olabilir Las Vegas. Müslümanlar için Mekke’nin,
Hristiyanlar için Vatikan’ın veya Yahudiler için Kudüs’ün getirdiği sevap puanını
toplasan, bir gecede Vegas’ta fazla günah puanı kazanılıyordur o derece. Hacılar
yol da az buz değil hani. Çöl içinde falan 450 km yol, yaklaşık 5 saat falan
sürüyor gitmesi. İnsan sıkılıyor harbi yav. Sağlı sollu güneş enerjisi
tarlaları, kum, toprak, çöl, bir iki eski benzin istasyonu, Starbucks, güneş
enerjisi tarlaları, kum, toprak, çöl, bir iki eski benzin istasyonu vs. Şehre
vardık akşam üstü. Adamlar resmen çölün ortasında, hiçliğin merkezinde, kum
tarlalarında ve Nevada eyaleti gibi saçma sapan çöl bir eyaletin odak noktasına
bir cazibe merkezi kurmuşlar. Her şey, herrr şey serbest ve her şey abartılı.
En büyük hamburger de burada, en büyük kumarhane de, en çok ışıklı yerler de
burada, en saçma abartılı etkinlikler de. Sağımız solumuz özel jet, limuzin
falan. Bizim Toyota, Clio muamelesi gördü resmen. Vegas tek bir cadde üzerine,
ama bayaaaa kilometrelerce uzun bir cadde, sağlı sollu kumarhanelerden kurulu
bir şehir. Otel aslında bunlar ve giriş ücretsiz, girip çıksan kontrol eden
yok, otellerin içinde ve oteller arasında tren hizmeti var falan. Gün ışığı
görmeden çölün içinde günlerce kalabilirsin o derece. Bellagio Hotel denilen
Vegas’ın en popüler mekanlarından birinde müzikli fışkiye şovunuun ardından, ki
bedava, gidip 1$’a kol çekme makinasında kumar oynadım. Noldu? 9$ kazandım.
Gaza geldim o parayı attım, hepsini kaybettim. Kumar hikayem bununla bitti.
Yunus da 1$ attı ama ona bişi vermedi makine. Bu kadar. Onun dışındaaaaaaaaa
çok şey var da :D Vegas’ta olan Vegas’ta kalır....... Öhöm öhöm.
Vegas gecelerü |
Zion National
Park rotamız üzerindeki diğer destinasyondu ve net bir şekilde balon ya. Tamam
iyi hoş üç beş güzel manzara var falan ama hindi görüp shuttle içinde “ooooo”
diyerek hayret etmek de ne bileyim biraz şov. Zaten Zion’a girişte trafik de
tıkanıktı [Morpheus Nebuchadnezzar’ı mı
ne çarpmış kayalıklara] [Matrix filmi esprisidir, şeyapmayın anlamadıysanız
okurum], o arada Salzburg’dan gelen 4-5 gençle garip bir Almanca sohbet
ettim falan ama zaten Avusturyalı Almancası’nın çok garip olduğu konusunda tüm
Almanya hemfikir. Oradan bastık dağlar arasındaki yeşil Salt Lake City’ye, Utah
eyaletinin başkentine. Gece motel bulup şehre girmeden orada uyuduk, sonra
sabah trafiğinde Utah eyalet merkez binasını, 5 milyon Mormon dinine mensup
kişinin kutsal mekanı olan Salt Lake Tabernacle’a gittik, orada girişte sırf
millet dinini değişsin diye güzel güzel çıtı pıtı Mormon kızları koyduklarını
farkettik ama tabii ki kanmadık, uzunca bir Mormon dini hakkında bilgi verilen
müzemsi beleş yere gittik falan. Ancak kısaca şunu söyleyebilirim ki, bu eyalet
ve bu şehir, gezdiğim tüm ABD şehirleri arasında en nazik, yardımsever ve cana
yakın insanları barındırıyor. Şehrin zaten %80’i Mormon [Mormon nedir, ne işe yarar?
Hristiyanlık dinine kendilerini kabul etmiyorlar ama dünyanın en hızlı büyüyen
dinlerinden biri. 1800lü yıllarda bir peygamber tarafından getirilen kitapla
Hristiyanlığın doğru hali deniyor. Kola-Kahve-Çay-Alkol falan içmiyorlar, uyuşturucu
ve evlilik öncesi ilişki yasak, yiyecek depolama adetleri var her an kıtlık
çıkabilir diye, çok eşlilik mümkün teoride, Hristiyanlıktaki teslis inancı yok,
Hz. İsa’yı “Tanrı’nın oğlu” olarak görmüyorlar, çok katı ve dindarlar, 19 yaşını
dolduran her erkek birey, özellikle erkekler, misyonerlik faaliyetleri için başka
ülke ve şehirlere gönderiliyormuş, kiliselerinde haç, heykel vs. yok ama zaten bizi o en büyük tapınaklarına
sokmadılar, Mormon olmak gerekiyormuş. Kısaca, evet kısaca, böyle] ve
galiba bu Mormon’luk sayesinde insanlar da değişmiş. Çok sevdim bu şehri fakat
tabii ki canım Erlangen’im bir başka. ehe. Büyük Tuz Gölü’nü de gördükten
sonra, ki girişte adama “fakırık fakırık 4 olsun” dedik ve 5$ yerine 4 ödedik
girişe. 1$ kar, kardır. Bildiğin tuz ve göl. Bu kadar.
Twin Falls |
Corvallis içinde
Yoghurt Extreme diye kendi isteğine göre dondurma doldurduğun ve üstüne fındık
fıstık çerez çikolata falan atıp en son tartarak satın aldığın dondurmacı ve
gaaayet ucuz nike vs ürünleri cezbetti beni. OSUsed Store denilen kullanılmış
üniversite eşyalarının öğrencilere büyük indirimlerle verildiği ve büyük
izdihamlara yol açan etkinliğe hayran da kaldım. Güzel şehir esasında Corvallis
yav. Orada Ortadoğu restoranına gittik, eh iştenin bir tık üstü kalitesi var
ama bir Almanya’daki restoranlar seviyesinde değil tabii ki. Yunus’la bastık
Crater Lake’e gittik, muhteşem manzaralar eşliğinde orayı gezdik, oradan
hediyelik eşyalar aldım biraz, orada zehirli sincapların (?) bir kadının elini ısırmasına şahit olduk. Kadın hastaneye
kaldırıldı. Yok yav şaka. Ama sincaplar kuduz olabilirmiş ve cidden kadının
elini ısırdılar. [Mount Chaster diyen
kadını Manchester diye anladığım da doğrudur. Sorsalar İngilizcem iyi. peh] Bu
kadar. Bitti. ABD macerası finitto. He sonra noldu? Uçakla 13-14 saat Frankfurt’a
uçup orada BlaBlaCar ile bir Mercedes sürücüsü ile Erlangen’e ulaştık [yolda horlamışım, hatta son horlama sesini
uyanırken duydum. Büyük rezillik. Normalde hiç horlamam. Ciddili.] Normalde
adam hatta Erlangen üzerinden gitmiyordu ama “fakırık fakırık oradan git”
deyince ikna oldu. [çok işe yarıyor lan]
Dökük saçla Crater Lake |
Kanyon'da güneşin batışı. evet. |
Yorumlar
Yorum Gönder