Bloga Hoşgeldin. Burası Hukuk Öğrencilerinin, Hukuk Severlerin ve İyi Niyetli Üçüncü Kişilerin Buluşma Noktası!
Lauscha Yolları ve Havadisler #3
Bağlantıyı al
Facebook
X
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
-
Servus okurum! Hayır hayır servis demedim. Servus yav işte. Heh
hatırladığını ümit ediyorum. Ne var ne yok? Bir aylık bekleyiş nasılmış? Yaaa
biliyordum özleyeceğini gezi yazısını heheh. Buralar çok soğuk, sessiz ve
karanlık. [Yazar burada Zeki Müren
şarkısına gönderme yapıyor] Bu yazının temel gezisel mekanı aslında Lauscha
denilen bir yer. Tamam biraz sabredersen onu anlatacağım aşağıda ama öncesinde
az biraz buralardan havadisler, yaptığım bir takım tespitleri yazayım efendim.
İçimi dökmem lazım :D Çayını kahveni al gel başlayalım. Süt mü? O da olur.
Olumlu. (Güzel, sardı... Sarıyor...)
Neyse hadi başlıyoruz. Her zamanki gibi: Los Geht’s!!!
Şimdi efendim aklıma girildi [Sanırım
Inception filmindeki gibi fikir ektiler beynime. Yoksa bir anda olmaz bu] ve
“olum YouTube kanalı aç yav. He iyi yazıyorsun ama dünyada kimse okumuyor
blogları artık. Hem anlatım tarzın da hoş. Bence tutar hacı” temalı
tavsiyelerden sonra [ama gerçekten de
okumaktan ziyade izleme trendi çok büyük yükselişte. Katılıyorum] ciddi
ciddi düşünmeye başladım. He muhtemelen yıllar sonra torunlar “ulan parayı ne
çarçur etmiş lan. Nişantaşındaki arsa dururken gitmiş o paraya kamyon almış”
gibi çekiştireceklerdir muhtemelen ama YouTube’sal işleri düşünmüyor değilim.
Ama tabi başka engeller de yok değil. (Napolyon
ne demiş? Yuro, avro, öro, €) [Tamam itiraf ediyorum. Az buçuk biriktirdiğim
parayla TV ve PS4 almayı düşünüyor olabilirim. Napayım eğlenmeyeyim mi?) Onun
dışında Almanya’da döneri ve lahmacunu bizdekinden çok çok farklı bir biçimde
tanıtan gurbetçilerden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Hacım Almanya’da evet
kabul ediyorum döneri çok yaygın hale getirmişler. Hatta Alman arkadaşlarım “hamburger
yiyeceğimize döner yiyoruz çünkü daha sağlıklı” diyerek bu savı da
destekliyorlar ve bence de haklılar fakaaat bu söz konusu döner bizim Türkiye’de
yediğimiz dönerle alakasız bir yiyecek. Ula hakkaten güzel bir tarz icat
etmişsiniz. İsmini niye “Döner Kebap” koyuyorsunuz :D Başka bir isim bulunamaz
mıydı? Hem döner değil, hem kebap değil. Dil kursunda falan kaç kişiye asıl
kebabın bu olmadığını anlatana kadar neler çektim arkadaş. Hele bunun bir de
lahmacun versiyonu var ki evlere şenlik. Bizim lahmacunlar nasıldır? Pizzanın
incesi, çıtır çıtırı de mi? Heh burada Türkiye’deki dönerler gibi. Lahmacunu
kalın ve elastik (çıtır çıtır lahmacunun
zıt anlamlısını bulamadın de mi :D elastik ne lan) yapıp arasına da döner
eti koyup yediriyorlar. Halbuki bizim “öz hakiki gerçek delüks Lahmacun”u adam
akıllı tanıtsalar daha da rağbet görecek. Vizyonsuzluk timsali :D (Bu mu yani tek derdin? Otur dersine çalış
lan.)
Ruh halim :)
Haftasonları ve tatillerde bazen kafama esince okula gidiyorum. Fincan
genlerinin bir sonucu olarak vicdanımı tatmin etme maksatlı birkaç saat ofiste
%10 verimlilikte çalışıyorum [örnek sahne: ofise gireyim, paltomu asayım,
masamı toparlayayım, bilgisayarı ve telefonu şarja takayım, gidip kahvenin
suyunu ısıtayım çalışırken yardımcı olur, masanın çekmecelerini toparlayayım,
oda havalansın pencereyi açayım, oda havalanana kadar kahveye bakayım, kahve
olmuş odaya koyayım, a şu bilgisayarda işle alakalı :D bir belgenin pdfi
olacaktı ona bakayım, facebook, twitter, telefon whatsapp göz gezdirme, neyse
yav dur iş yapacaktık kitabın kapağını açayım, ama dur önce bi tuvalete gidip
geleyim öyle başlayayım, tuvaletten geleyim, kahvemi yudumlarken kitabın
kapağını açayım, 10 DAKİKA ÇALIŞMA VE OKUMA, a mesaj gelmiş, a şuna mesaj
atacaktım unutmayayım, a dönerken marketten şunları alayım, dur telefona not edeyim,
biri geldi fakülteye, yunus mesaj atmış
onu okuyayım, PUBG oynamak istiyor bir el atayım ya nolacak, aaa neyse geç oldu
yarın hallederim bu işleri, kapanış] ve bu verimsizlik vicdanımı daha
da rahatsız ediyor. Fakat her gitmemde istisnasız bir şey oluyor. Benim
profesörle karşılaşıyoruz :D Muhtemelen ne çalışkan çocuk yav diyordur fakat
içeride neler oluyor hocam aah ah... (Bu
yazdıklarını çevirip hocana gönderirim. Derhal hesabıma 10bin € yolla) Ama
şunu da ekleyeyim geçen hayatımdaki ilk İngilizce akademik makalemi yazdım.
Hocama gönderdim. Tamam okuyup döneceğim dedi. Bir hafta kadar sonra hocam
odama geldi. Bu normal şartlar altında olmayan gerçekleşmeyen bir hal. Dedim
aha sçtık. Kapıyı kapadı. Aha dedim bku yedim. Otur otur, vaktin varsa bir şey
konuşalım dedi. Dedim ben en iyi valizimi toplayayım /: Lan kesin makaleyi
görüp “bundan bi halt olmaz yürü git Türkiye’ye avukatlığını yap” diyecek
sandım. Ama Allahtan kibarca akademik İngilizce makale yazma konusunda bir
yardım almam gerektiğini tavsiye etti. Kendisi bile makale yazınca en az
anadili İngilizce olan 2 arkadaşına kontrol ettiriyormuş. Bana bir iki kişi
tavsiye etti. Üniversitemde sırf bunun için ücretsiz destek sunan bir birim
varmış ona başvurdum.Bir seminer varmış
sırf doktora öğrencilerinin akademik yazılarına ilişkin ona kaydoldum falan.
Baya baya gaza geldim. Bakalım neler olacak. Diğer yazıalrda unutmazsam veya
daha önemli şeyler olmazsa değinirim diye ümit ediyorum. [Bir küçük bilgicik daha. Almanlar ile yemeğe giderken hızlı hızlı
[şöyle diyeyim, ben normalde hızlı yürüyorum diyen bir insanım. Tüm
arkadaşlarım zaman zaman uyarır hızlı gidiyoruz diye. HEH ben yanlarında
kaplumbağa gibi kaldım] gidiyorlar sırf işlerinden geri kalmamak için, bir iş
varsa acayip stres yapıyorlar, hayatta o işten başka bir şey düşünmüyorlar o
esnada. Buna adapte olmam şart demek için yazmak istedim. Bu kadar yani]
Lauscha'da Suşimsi tatlar. Anadolu Tat 1071 :)
Dil kursunda ve akabinde döner alırken ve hattaaaa sonrasında yüzmeye
gidince havuzda başıma gelen rezillikler listesini bu paragrafta anlatmaktan
gurur duyuyorum okurum :D Şimdi neler oldu anlatayım. Efendim daha önce galiba
Dünya’nın en kötü ders anlatan ikinci hocasına [birinci hala üniversitede Ticaret hukuku hocası] rastladığımı ve
dil kursunda ondan ders aldığımdan bahsetmiştim. Heh işte o hocanın dersinde
şöyle bir olaylar dizini oldu: Ders 16’da başlıyor ve 17:45te bitiyor. 18’de de
benim yüzme var. Aradaki 15 dakika oraya gitmek için imkansız olduğu için ders
başlamadan önce hoca daha eşyalarını yerleştirirken hocadan izin istedim. Böyle
böyle diye durumu izah ettikten sonra uzunca bir düşündükten sonra “peki ders esnasında
tekrardan izin almadan gidebilirsin bir süre önce” dedi. Buraya kadar bir
problem yok. Ders başladı, yine sıkıcı, yine anlaşılmaz ve yine öğreticilikten
uzak dersin sonlarına doğru hoca bir alıştırma sordu. Soru şu: 4 kelime var,
birisi farklı anlamda. Hangisinin farklı olduğunu söylemimizi istiyor.
Kelimeleri hala unutmuyorum: Annehmen-Vermuten-Denken ve Benehmen. İlk üçü bir
eylemi icra etmeden önce düşünmek, consider, göz önünde bulundurmak anlamı
taşıyor. Diğeri ise o eylemi icra etmek, bir davranışta bulunmak anlamında.
Dedim ki kendi kendime, yav gitmeme de 2-3 dakika kaldı. Bari bunu ben yapayım
çıkayım. Demez olaydım. Cevabı ve açıklamasını yaptım. Ciddi ciddi hem
İngilizce hem Almanca izah ettim ama yok. Hoca ısrarcı. Son kelime öyle değil
diyor, başka bir şey anlatıyor ama benim anlattığımın aynısı :D sınıftaki
arkadaşlardan Kim [bu kez farklı. Kendisi
Avustralyalı. Kanguru memleketi olan] “Hacı doğru söylüyorsun, evet anlamı
senin dediğin gibi “behave”. Boşver takma hocayı” diyerek beni sükunete davet
etse de ben gaza geldim hoca ile sınıf içerisinde tartıştım [argument olan değil, müzakere diyelim.] ve
aynı eylem olduğuna kanaat getirince hazırlanıp çıkayım dedim. Heh işte orada
tüm sınıf, hocaya tepki koyup çıkıyorum diye sandı. Öyle bakışlar üstümde ki
abooo. Eşyalarımı toparladım çıktım. Ama o da ne... Sınıfın dışında bir baktım
telefon yok. Ben nasıl bir heyecana kapıldım abooo. Sınıfın kapıyı tıklattım. “hocam
bir eşyamı unutmuş olabilir miyim?” dedim. Yanıt: “eşyanı unutmuş olabilir
misin?” :D heyecan ve özgüvensizliğe kapılıp dur lan çantayı düzgün aramadım mı
yoksa dedim. Bi baktım yine yok çantalarda. Tekrar girdim. Yanında oturduğum
kız evet burada dedi. Tabi özgüven mariana çukuru (Mariana kim lan? Çukur dizisinde mi?) gibi diplerde. Telefonu
verirken bir atkı da verdi. Atkı benim değil. Diğer yanımda oturan kızın çıktı
atkı. Tam büyük rezillik anı devam ederken özgüvensiz ve “bu ne anasını satim
modunda” dışarı çıktım. Biter mi? Hayır. Yolda dönerciye uğradım. Dönerci teyze
ile samimiyiz falan. Döneri alıp çıkarken [havuzdan
sonra yemelik yav durun hele konumuz o değil] bir şey dedi. O anki özgüvensizlik
etkisi ile anlamadım. Açıkladı anlamadım. Espriymiş anlamadım. Daha da rezalet.
Otobüse bindim ve zihnim aynen komedi dükkanında Tolga Çevik’in canlandırdığı o
sümsük karakter gibi :/ Oradan havuza gittim, havuzda Language Partner’de
haftalık sohbet ettiğimiz Leni var(mış). Ama benim gözlükler olmadığı için
gördüğüm tek şey su, beton ve ışık :D kendisini tanımam dakikalar sürerken daha
da özgüvenim düştü. (Daha ne kadar
düşebilir lan?) Böyle rezalet bir silsile yaşamış oldum. [Gün sonuna eve gelir gelmez yatağa girip
yastığı kafamın üstüne koyup ağlayarak uyuduğum bilgisi yalandır :/]
FC Bayern (Bayern Münih)
takımından yazın 20şer €’dan indirimdeyken 3 polo tshirt almıştım. Kulüple tek
ilişkim bu. Eve bi geldim Gillette markalı ve Bayern Münih logolu [Fincan genleri ile fiyatına baktım
internette. 20€] bir traş bıçağı göndermişler. Üstelik yanında 3€ indirim
çeki ve çekiliş kodu. Hala sebebini kavramaya çalışıyorum. Olum tişörün biri
bedavaya gelmiş oldu lan :/ (Oha bu nasıl
kulüp. Fiko duymasın.) Üstüne CMYLMZ Diamond Elite Platinum Plus
gösterisine Frankfurt’ta son anda bulduğum bileti ilerideki yazılarda gösteriyi
anlatırken anlatacağım :D (hava attı)
Dil kursunda Beşiktaş Lyon maçında yaşadıklarımı anlatırken [valla tamamen Almanca. En sevdiğim
futbolcuyu sordular takımda. En ünlüsü Pepe diye Pepe dedim :/ Atibaaa Haçinsın
çatışmalar başlasın efendim] duygulandığım ve
Meksika Restoranında Paula,
sevgilisi ve Arlette ismindeki bir arkadaşıyla açık ekmeğe saca basmayı “Fajita” olarak tadıp, tadına
hayran kaldığım :D bilgisini verip kısa keserek
Lauscha gezisine de başlayalım diyorum. Neler oldu neler....
30€ ve Kelaynaklar
Sabah yine erkenden köyümün yollarını arşınlayıp otobüsle tren istasyonunun
oraya geldim. Buluşma noktasında mahşeri bir kalabalık ve saat 08:10. Çünkü bu
kez geziye 25 kişi kontenjanlı trenle değil, 47 kişilik otobüsle gidiyorduk ve
rotamız Almanya’nın en eski cam fabrikalarından birinin bulunduğu Lauscha
köyüydü. Uzuuuuuuun ve bol dolambaçlı, mide bulandıran, neden geldim arkadaş
düşüncelerine gark eden (gark???) bir
yolculuğun akabinde fabrikamıza vardık. Ufacık bir köyün içerisinde bulunan bu
fabrika muhtemelen köyün tek geçim kaynağı. Resmi adıyla: Farbglashütte Lauscha/Thür. GmbH. 1853 yılında cam imalatı için
kurulan bu fabrika halen var fakat iş üretmekten ziyade, pazarlamanın mahareti
artık. Fabrikayı aynı zamanda müzeye çevirmişler. Küçük bir odada tamamen
Almanca bir sunumla tarihsel gelişimi saçma bir hikayeye çevirmeye çalışarak
anlatan videodan sonra rehber alıyor bizi ve fabrikanın içini, üretim alanını,
mağazalarını, depolarını (sebep?) ve
saçma sapan tarihte camların anlatıldığı köşesini gezdirip en son hediyelik
eşya bölümüne sizi bırakıp yolculuğu sona erdiriyor. Garip olan şey şu ki, abi
tamam bir fabrikanız var iyi hoş da –yalnız tıklım tıklım ve acayip pahalı o
ayrı- bizi niye depoya sokup kum çuvallarını da burada depoluyoruz tarzı bir
konuşma ile vaktimizi yiyorsunuz :D İçeride fotoğraf çekmek tamamen yasaktı
fakat en ilgi çekici kısım 1300 derecelik fırında (saydın mı? Ölçtün mü?) kor hale gelen camı çıkarıp şekil verme
anlarıydı. Tabi bu anlarda kim en önde durup locadan izledi? Yanıtını biliyorsunuz.
Gezinin akabinde bizi hediyelik eşya dükkanına bıraktılar. Arkadaş ateş
pahası. Böyle tahtadan yılbaşı süsü yapmışlar. 2bin euro. Evet doğru okudun.
Yok artık deyip ucuz bi hatıra ararken bir baktım kelaynak kuşunun cam hali.
Ufacık ama tam kelaynak :D Fiyatı... 30€. Ben otuz yuroya gider canlısını
alırım diyerek daha ucuz kısımlara doğru adım attım. En son 1.75€ olan bir
küçük süs buldum. TAMAMDIR DEDİM. 2 tane aldım ve %5 indirim kuponumuzla 3.25
falan ödeyerek mutlu mesut dışarı çıktım. Dışarıda ne var? Caddenin tam
karşısında bir hediyelik eşya dükkanı ve kocaman. Girip bir bakalım fiyat
karşılaştıralım mentalitesiyle (Fincan
genleri mode on) inceledim ve anam o fiyatlar ne. Hani şu 2bin euro olan
nesne var ya. Heh 80€ :D Diğer her eşya da aynı oranda ucuz işte. Ama naptım?
Almadım. Tutumluluk hayat kurtarır. Oradan sonra istikamet Macar restoranında
vejataryen macar çorbası içmekti. Ama noldu. Restorandaki problemlerden dolayı
istikamet Coburg dendi. Yemek yiyip, akabinde Avrupa Modern Cam Sanatları Müzesi’ne
(Europäisches Museum für Modernes Glas)
gidecektik. Fakat olay şu. Gezide dışarıda geçirdiğim vakit, otobüs
koltuğundaki vakitten daha azdı :D Otobüsteki koltuğumu gezmiş kadar oldum
diyebilirim. Coburg’a vardığımızda Paula ile
(Hangisi bu ya? Heeee şu ilk Coburg gezisine gelen mi? Hatırladım.) nere
gidek diye düşünürken kendimizi bir Sushi restoranında bulduk. Yan masada
sohbet eden ve bozuk Türkçesi ile dedikodu yapan Türk kızlarını ve hesabı
alırken toplama yapmayı beceremeyen garsonun dışında idare eder derecede bir
suşi yedik. Ama tabi bir Hiro Sakao değil (REK-LAM-LAR!)
ehehe. Oradan çıkıp otobüsümüze gittik, koltuklarımıza yerleştik ve akabinde
istikamet Avrupa Modern Cam Sanatları Müzesi idi.
Neyse.........
Hacılar bakın her şey iyi hoş da... Bu müze gezerken oooo diye hiç
anlamadığı nesnelere bakıp anlamış gibi görünmek, cool bir şekilde bir halta
benzemeyen ve gerçekten de sadece “bakın ben kültürlüyüm ve dakikalarca burayı
izleyebiliyorum. Sizi cahiller ne bilirsiniz ki” modunda uzunca bir süre eseri
izleyen kişileri çözemiyorum. Müzeye girdik ve müze bize bir rehber tahsis
etti. Rehber teyzemiz anlatıyor çok iyi. Harbiden aralarında güzel eserler de
var. Müthiş emek sarfedilmiş ve çok çok kaliteli. Fakat bir kısmı da var ki...
Bakın şöyle diyeyim mesela: Şu
köşedeki fotoğrafta görüyorsunuz. Ortada bir gemi, çevresinde de camdan
küreler. Heh bunu görünce aklınıza ne geliyor? Harbi harbi neyi sizce resmetti
bu sanatkar? Herkes bir şey söyledi. Biri hatta gaza gelip “bence dünya
kardeşliğini anlatıyor” dedi :D Tamamen ooo ben kültürlüyüm çabaları... Rehber
ne dedi? Pearl Harbor baskını-savaşını anlatmış :D E.A.! Ya bi si...... Neyse :D Ben aynı eseri yapsam beni kovarlar
inanın :D Ama millet bunu duyunca ne yaptı? “aaaaauuuuv amaziiiing.
Muhteşeeeeem.” Anca şov anasını satim... Cam bardakların üstüne çıkan kızın
videosunu arka planda vererek o bardakları yere dizmişler... Eee? Yani modern
cam sanatlarıyla tek benzerliği cam olması. Bitti mi? Hayır. Üst kata çıktık.
Abi yorum yapmıyorum fotoğraflarını koyuyorum. Bunlar nedir ya :D Ya ben kabul
ettim tamam sanat benim ilgi alanım değil de... Koca grupta bir ben miyim lan
:D Hepsi en ufak bilgide “wuhuuuu” modunda. Bedava olmasa böyle sanat müzesini
falan gezmem hacı. Ne denirse densin... Abi müzede bizim çocukken oynadığımız “misket,
bilye, gülle”lerin tanesini 1€’ya satıyorlar daha ne diyeyim... Sonra noldu?
Yine otobüsteki koltuğuma oturup ve muhtemelen horlayarak :D Erlangen’e kadar 2
saat bir yolculuk sonunda ulaştım. Bu kadar. The Bitti... :D
Bişi demiyorum...
Haa unutmadan, “ne zaman şampiyonluk diye bağırsaaaaak – kursağımızdaaaa kaaalııyooor
– söyleseneee bize hocaaaa – takım niyeeee oynaaamııııyoooor”!
Yorumlar
Yorum Gönder