Lauscha Yolları ve Havadisler #3


Servus okurum! Hayır hayır servis demedim. Servus yav işte. Heh hatırladığını ümit ediyorum. Ne var ne yok? Bir aylık bekleyiş nasılmış? Yaaa biliyordum özleyeceğini gezi yazısını heheh. Buralar çok soğuk, sessiz ve karanlık. [Yazar burada Zeki Müren şarkısına gönderme yapıyor] Bu yazının temel gezisel mekanı aslında Lauscha denilen bir yer. Tamam biraz sabredersen onu anlatacağım aşağıda ama öncesinde az biraz buralardan havadisler, yaptığım bir takım tespitleri yazayım efendim. İçimi dökmem lazım :D Çayını kahveni al gel başlayalım. Süt mü? O da olur. Olumlu. (Güzel, sardı... Sarıyor...) Neyse hadi başlıyoruz. Her zamanki gibi: Los Geht’s!!!


Şimdi efendim aklıma girildi [Sanırım Inception filmindeki gibi fikir ektiler beynime. Yoksa bir anda olmaz bu] ve “olum YouTube kanalı aç yav. He iyi yazıyorsun ama dünyada kimse okumuyor blogları artık. Hem anlatım tarzın da hoş. Bence tutar hacı” temalı tavsiyelerden sonra [ama gerçekten de okumaktan ziyade izleme trendi çok büyük yükselişte. Katılıyorum] ciddi ciddi düşünmeye başladım. He muhtemelen yıllar sonra torunlar “ulan parayı ne çarçur etmiş lan. Nişantaşındaki arsa dururken gitmiş o paraya kamyon almış” gibi çekiştireceklerdir muhtemelen ama YouTube’sal işleri düşünmüyor değilim. Ama tabi başka engeller de yok değil. (Napolyon ne demiş? Yuro, avro, öro, €) [Tamam itiraf ediyorum. Az buçuk biriktirdiğim parayla TV ve PS4 almayı düşünüyor olabilirim. Napayım eğlenmeyeyim mi?) Onun dışında Almanya’da döneri ve lahmacunu bizdekinden çok çok farklı bir biçimde tanıtan gurbetçilerden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Hacım Almanya’da evet kabul ediyorum döneri çok yaygın hale getirmişler. Hatta Alman arkadaşlarım “hamburger yiyeceğimize döner yiyoruz çünkü daha sağlıklı” diyerek bu savı da destekliyorlar ve bence de haklılar fakaaat bu söz konusu döner bizim Türkiye’de yediğimiz dönerle alakasız bir yiyecek. Ula hakkaten güzel bir tarz icat etmişsiniz. İsmini niye “Döner Kebap” koyuyorsunuz :D Başka bir isim bulunamaz mıydı? Hem döner değil, hem kebap değil. Dil kursunda falan kaç kişiye asıl kebabın bu olmadığını anlatana kadar neler çektim arkadaş. Hele bunun bir de lahmacun versiyonu var ki evlere şenlik. Bizim lahmacunlar nasıldır? Pizzanın incesi, çıtır çıtırı de mi? Heh burada Türkiye’deki dönerler gibi. Lahmacunu kalın ve elastik (çıtır çıtır lahmacunun zıt anlamlısını bulamadın de mi :D elastik ne lan) yapıp arasına da döner eti koyup yediriyorlar. Halbuki bizim “öz hakiki gerçek delüks Lahmacun”u adam akıllı tanıtsalar daha da rağbet görecek. Vizyonsuzluk timsali :D (Bu mu yani tek derdin? Otur dersine çalış lan.)

Ruh halim :)
Haftasonları ve tatillerde bazen kafama esince okula gidiyorum. Fincan genlerinin bir sonucu olarak vicdanımı tatmin etme maksatlı birkaç saat ofiste %10 verimlilikte çalışıyorum [örnek sahne: ofise gireyim, paltomu asayım, masamı toparlayayım, bilgisayarı ve telefonu şarja takayım, gidip kahvenin suyunu ısıtayım çalışırken yardımcı olur, masanın çekmecelerini toparlayayım, oda havalansın pencereyi açayım, oda havalanana kadar kahveye bakayım, kahve olmuş odaya koyayım, a şu bilgisayarda işle alakalı :D bir belgenin pdfi olacaktı ona bakayım, facebook, twitter, telefon whatsapp göz gezdirme, neyse yav dur iş yapacaktık kitabın kapağını açayım, ama dur önce bi tuvalete gidip geleyim öyle başlayayım, tuvaletten geleyim, kahvemi yudumlarken kitabın kapağını açayım, 10 DAKİKA ÇALIŞMA VE OKUMA, a mesaj gelmiş, a şuna mesaj atacaktım unutmayayım, a dönerken marketten şunları alayım, dur telefona not edeyim,  biri geldi fakülteye, yunus mesaj atmış onu okuyayım, PUBG oynamak istiyor bir el atayım ya nolacak, aaa neyse geç oldu yarın hallederim bu işleri, kapanış] ve bu verimsizlik vicdanımı daha da rahatsız ediyor. Fakat her gitmemde istisnasız bir şey oluyor. Benim profesörle karşılaşıyoruz :D Muhtemelen ne çalışkan çocuk yav diyordur fakat içeride neler oluyor hocam aah ah... (Bu yazdıklarını çevirip hocana gönderirim. Derhal hesabıma 10bin € yolla) Ama şunu da ekleyeyim geçen hayatımdaki ilk İngilizce akademik makalemi yazdım. Hocama gönderdim. Tamam okuyup döneceğim dedi. Bir hafta kadar sonra hocam odama geldi. Bu normal şartlar altında olmayan gerçekleşmeyen bir hal. Dedim aha sçtık. Kapıyı kapadı. Aha dedim bku yedim. Otur otur, vaktin varsa bir şey konuşalım dedi. Dedim ben en iyi valizimi toplayayım /: Lan kesin makaleyi görüp “bundan bi halt olmaz yürü git Türkiye’ye avukatlığını yap” diyecek sandım. Ama Allahtan kibarca akademik İngilizce makale yazma konusunda bir yardım almam gerektiğini tavsiye etti. Kendisi bile makale yazınca en az anadili İngilizce olan 2 arkadaşına kontrol ettiriyormuş. Bana bir iki kişi tavsiye etti. Üniversitemde sırf bunun için ücretsiz destek sunan bir birim varmış ona başvurdum.  Bir seminer varmış sırf doktora öğrencilerinin akademik yazılarına ilişkin ona kaydoldum falan. Baya baya gaza geldim. Bakalım neler olacak. Diğer yazıalrda unutmazsam veya daha önemli şeyler olmazsa değinirim diye ümit ediyorum. [Bir küçük bilgicik daha. Almanlar ile yemeğe giderken hızlı hızlı [şöyle diyeyim, ben normalde hızlı yürüyorum diyen bir insanım. Tüm arkadaşlarım zaman zaman uyarır hızlı gidiyoruz diye. HEH ben yanlarında kaplumbağa gibi kaldım] gidiyorlar sırf işlerinden geri kalmamak için, bir iş varsa acayip stres yapıyorlar, hayatta o işten başka bir şey düşünmüyorlar o esnada. Buna adapte olmam şart demek için yazmak istedim. Bu kadar yani]


Lauscha'da Suşimsi tatlar. Anadolu Tat 1071 :)
Dil kursunda ve akabinde döner alırken ve hattaaaa sonrasında yüzmeye gidince havuzda başıma gelen rezillikler listesini bu paragrafta anlatmaktan gurur duyuyorum okurum :D Şimdi neler oldu anlatayım. Efendim daha önce galiba Dünya’nın en kötü ders anlatan ikinci hocasına [birinci hala üniversitede Ticaret hukuku hocası] rastladığımı ve dil kursunda ondan ders aldığımdan bahsetmiştim. Heh işte o hocanın dersinde şöyle bir olaylar dizini oldu: Ders 16’da başlıyor ve 17:45te bitiyor. 18’de de benim yüzme var. Aradaki 15 dakika oraya gitmek için imkansız olduğu için ders başlamadan önce hoca daha eşyalarını yerleştirirken hocadan izin istedim. Böyle böyle diye durumu izah ettikten sonra uzunca bir düşündükten sonra “peki ders esnasında tekrardan izin almadan gidebilirsin bir süre önce” dedi. Buraya kadar bir problem yok. Ders başladı, yine sıkıcı, yine anlaşılmaz ve yine öğreticilikten uzak dersin sonlarına doğru hoca bir alıştırma sordu. Soru şu: 4 kelime var, birisi farklı anlamda. Hangisinin farklı olduğunu söylemimizi istiyor. Kelimeleri hala unutmuyorum: Annehmen-Vermuten-Denken ve Benehmen. İlk üçü bir eylemi icra etmeden önce düşünmek, consider, göz önünde bulundurmak anlamı taşıyor. Diğeri ise o eylemi icra etmek, bir davranışta bulunmak anlamında. Dedim ki kendi kendime, yav gitmeme de 2-3 dakika kaldı. Bari bunu ben yapayım çıkayım. Demez olaydım. Cevabı ve açıklamasını yaptım. Ciddi ciddi hem İngilizce hem Almanca izah ettim ama yok. Hoca ısrarcı. Son kelime öyle değil diyor, başka bir şey anlatıyor ama benim anlattığımın aynısı :D sınıftaki arkadaşlardan Kim [bu kez farklı. Kendisi Avustralyalı. Kanguru memleketi olan] “Hacı doğru söylüyorsun, evet anlamı senin dediğin gibi “behave”. Boşver takma hocayı” diyerek beni sükunete davet etse de ben gaza geldim hoca ile sınıf içerisinde tartıştım [argument olan değil, müzakere diyelim.] ve aynı eylem olduğuna kanaat getirince hazırlanıp çıkayım dedim. Heh işte orada tüm sınıf, hocaya tepki koyup çıkıyorum diye sandı. Öyle bakışlar üstümde ki abooo. Eşyalarımı toparladım çıktım. Ama o da ne... Sınıfın dışında bir baktım telefon yok. Ben nasıl bir heyecana kapıldım abooo. Sınıfın kapıyı tıklattım. “hocam bir eşyamı unutmuş olabilir miyim?” dedim. Yanıt: “eşyanı unutmuş olabilir misin?” :D heyecan ve özgüvensizliğe kapılıp dur lan çantayı düzgün aramadım mı yoksa dedim. Bi baktım yine yok çantalarda. Tekrar girdim. Yanında oturduğum kız evet burada dedi. Tabi özgüven mariana çukuru (Mariana kim lan? Çukur dizisinde mi?) gibi diplerde. Telefonu verirken bir atkı da verdi. Atkı benim değil. Diğer yanımda oturan kızın çıktı atkı. Tam büyük rezillik anı devam ederken özgüvensiz ve “bu ne anasını satim modunda” dışarı çıktım. Biter mi? Hayır. Yolda dönerciye uğradım. Dönerci teyze ile samimiyiz falan. Döneri alıp çıkarken [havuzdan sonra yemelik yav durun hele konumuz o değil] bir şey dedi. O anki özgüvensizlik etkisi ile anlamadım. Açıkladı anlamadım. Espriymiş anlamadım. Daha da rezalet. Otobüse bindim ve zihnim aynen komedi dükkanında Tolga Çevik’in canlandırdığı o sümsük karakter gibi :/ Oradan havuza gittim, havuzda Language Partner’de haftalık sohbet ettiğimiz Leni var(mış). Ama benim gözlükler olmadığı için gördüğüm tek şey su, beton ve ışık :D kendisini tanımam dakikalar sürerken daha da özgüvenim düştü. (Daha ne kadar düşebilir lan?) Böyle rezalet bir silsile yaşamış oldum. [Gün sonuna eve gelir gelmez yatağa girip yastığı kafamın üstüne koyup ağlayarak uyuduğum bilgisi yalandır :/]

FC Bayern (Bayern Münih) takımından yazın 20şer €’dan indirimdeyken 3 polo tshirt almıştım. Kulüple tek ilişkim bu. Eve bi geldim Gillette markalı ve Bayern Münih logolu [Fincan genleri ile fiyatına baktım internette. 20€] bir traş bıçağı göndermişler. Üstelik yanında 3€ indirim çeki ve çekiliş kodu. Hala sebebini kavramaya çalışıyorum. Olum tişörün biri bedavaya gelmiş oldu lan :/ (Oha bu nasıl kulüp. Fiko duymasın.) Üstüne CMYLMZ Diamond Elite Platinum Plus gösterisine Frankfurt’ta son anda bulduğum bileti ilerideki yazılarda gösteriyi anlatırken anlatacağım :D (hava attı) Dil kursunda Beşiktaş Lyon maçında yaşadıklarımı anlatırken [valla tamamen Almanca. En sevdiğim futbolcuyu sordular takımda. En ünlüsü Pepe diye Pepe dedim :/ Atibaaa Haçinsın çatışmalar başlasın efendim] duygulandığım ve Meksika Restoranında Paula, sevgilisi ve Arlette ismindeki bir arkadaşıyla açık ekmeğe saca basmayı “Fajita” olarak tadıp, tadına hayran kaldığım :D bilgisini verip kısa keserek Lauscha gezisine de başlayalım diyorum. Neler oldu neler....


30€ ve Kelaynaklar
Sabah yine erkenden köyümün yollarını arşınlayıp otobüsle tren istasyonunun oraya geldim. Buluşma noktasında mahşeri bir kalabalık ve saat 08:10. Çünkü bu kez geziye 25 kişi kontenjanlı trenle değil, 47 kişilik otobüsle gidiyorduk ve rotamız Almanya’nın en eski cam fabrikalarından birinin bulunduğu Lauscha köyüydü. Uzuuuuuuun ve bol dolambaçlı, mide bulandıran, neden geldim arkadaş düşüncelerine gark eden (gark???) bir yolculuğun akabinde fabrikamıza vardık. Ufacık bir köyün içerisinde bulunan bu fabrika muhtemelen köyün tek geçim kaynağı. Resmi adıyla: Farbglashütte Lauscha/Thür. GmbH. 1853 yılında cam imalatı için kurulan bu fabrika halen var fakat iş üretmekten ziyade, pazarlamanın mahareti artık. Fabrikayı aynı zamanda müzeye çevirmişler. Küçük bir odada tamamen Almanca bir sunumla tarihsel gelişimi saçma bir hikayeye çevirmeye çalışarak anlatan videodan sonra rehber alıyor bizi ve fabrikanın içini, üretim alanını, mağazalarını, depolarını (sebep?) ve saçma sapan tarihte camların anlatıldığı köşesini gezdirip en son hediyelik eşya bölümüne sizi bırakıp yolculuğu sona erdiriyor. Garip olan şey şu ki, abi tamam bir fabrikanız var iyi hoş da –yalnız tıklım tıklım ve acayip pahalı o ayrı- bizi niye depoya sokup kum çuvallarını da burada depoluyoruz tarzı bir konuşma ile vaktimizi yiyorsunuz :D İçeride fotoğraf çekmek tamamen yasaktı fakat en ilgi çekici kısım 1300 derecelik fırında (saydın mı? Ölçtün mü?) kor hale gelen camı çıkarıp şekil verme anlarıydı. Tabi bu anlarda kim en önde durup locadan izledi? Yanıtını biliyorsunuz.

Gezinin akabinde bizi hediyelik eşya dükkanına bıraktılar. Arkadaş ateş pahası. Böyle tahtadan yılbaşı süsü yapmışlar. 2bin euro. Evet doğru okudun. Yok artık deyip ucuz bi hatıra ararken bir baktım kelaynak kuşunun cam hali. Ufacık ama tam kelaynak :D Fiyatı... 30€. Ben otuz yuroya gider canlısını alırım diyerek daha ucuz kısımlara doğru adım attım. En son 1.75€ olan bir küçük süs buldum. TAMAMDIR DEDİM. 2 tane aldım ve %5 indirim kuponumuzla 3.25 falan ödeyerek mutlu mesut dışarı çıktım. Dışarıda ne var? Caddenin tam karşısında bir hediyelik eşya dükkanı ve kocaman. Girip bir bakalım fiyat karşılaştıralım mentalitesiyle (Fincan genleri mode on) inceledim ve anam o fiyatlar ne. Hani şu 2bin euro olan nesne var ya. Heh 80€ :D Diğer her eşya da aynı oranda ucuz işte. Ama naptım? Almadım. Tutumluluk hayat kurtarır. Oradan sonra istikamet Macar restoranında vejataryen macar çorbası içmekti. Ama noldu. Restorandaki problemlerden dolayı istikamet Coburg dendi. Yemek yiyip, akabinde Avrupa Modern Cam Sanatları Müzesi’ne (Europäisches Museum für Modernes Glas) gidecektik. Fakat olay şu. Gezide dışarıda geçirdiğim vakit, otobüs koltuğundaki vakitten daha azdı :D Otobüsteki koltuğumu gezmiş kadar oldum diyebilirim. Coburg’a vardığımızda Paula ile (Hangisi bu ya? Heeee şu ilk Coburg gezisine gelen mi? Hatırladım.) nere gidek diye düşünürken kendimizi bir Sushi restoranında bulduk. Yan masada sohbet eden ve bozuk Türkçesi ile dedikodu yapan Türk kızlarını ve hesabı alırken toplama yapmayı beceremeyen garsonun dışında idare eder derecede bir suşi yedik. Ama tabi bir Hiro Sakao değil (REK-LAM-LAR!) ehehe. Oradan çıkıp otobüsümüze gittik, koltuklarımıza yerleştik ve akabinde istikamet Avrupa Modern Cam Sanatları Müzesi idi. 

Neyse.........
Hacılar bakın her şey iyi hoş da... Bu müze gezerken oooo diye hiç anlamadığı nesnelere bakıp anlamış gibi görünmek, cool bir şekilde bir halta benzemeyen ve gerçekten de sadece “bakın ben kültürlüyüm ve dakikalarca burayı izleyebiliyorum. Sizi cahiller ne bilirsiniz ki” modunda uzunca bir süre eseri izleyen kişileri çözemiyorum. Müzeye girdik ve müze bize bir rehber tahsis etti. Rehber teyzemiz anlatıyor çok iyi. Harbiden aralarında güzel eserler de var. Müthiş emek sarfedilmiş ve çok çok kaliteli. Fakat bir kısmı da var ki... Bakın şöyle diyeyim mesela: Şu köşedeki fotoğrafta görüyorsunuz. Ortada bir gemi, çevresinde de camdan küreler. Heh bunu görünce aklınıza ne geliyor? Harbi harbi neyi sizce resmetti bu sanatkar? Herkes bir şey söyledi. Biri hatta gaza gelip “bence dünya kardeşliğini anlatıyor” dedi :D Tamamen ooo ben kültürlüyüm çabaları... Rehber ne dedi? Pearl Harbor baskını-savaşını anlatmış :D E.A.! Ya bi si...... Neyse :D Ben aynı eseri yapsam beni kovarlar inanın :D Ama millet bunu duyunca ne yaptı? “aaaaauuuuv amaziiiing. Muhteşeeeeem.” Anca şov anasını satim... Cam bardakların üstüne çıkan kızın videosunu arka planda vererek o bardakları yere dizmişler... Eee? Yani modern cam sanatlarıyla tek benzerliği cam olması. Bitti mi? Hayır. Üst kata çıktık. Abi yorum yapmıyorum fotoğraflarını koyuyorum. Bunlar nedir ya :D Ya ben kabul ettim tamam sanat benim ilgi alanım değil de... Koca grupta bir ben miyim lan :D Hepsi en ufak bilgide “wuhuuuu” modunda. Bedava olmasa böyle sanat müzesini falan gezmem hacı. Ne denirse densin... Abi müzede bizim çocukken oynadığımız “misket, bilye, gülle”lerin tanesini 1€’ya satıyorlar daha ne diyeyim... Sonra noldu? Yine otobüsteki koltuğuma oturup ve muhtemelen horlayarak :D Erlangen’e kadar 2 saat bir yolculuk sonunda ulaştım. Bu kadar. The Bitti... :D

Bişi demiyorum...


Haa unutmadan, “ne zaman şampiyonluk diye bağırsaaaaak – kursağımızdaaaa kaaalııyooor – söyleseneee bize hocaaaa – takım niyeeee oynaaamııııyoooor”
Tschüss!


Yorumlar