Kocamaaaan bir merhabalar efendim. Burada havalar buz kesmişken, yanımda
bir bardak TYLOL HOT ilacım ile birlikte güç bela yazdığım bu yazıyı (yaaa bırak gezmişsin bi ton, bi de şov
yapıyor hastayım diye) ne meşakketler ile yazdığımı bir görsen ah ah...
Nasıl? Tatava yapmadan yazıya mı geçeyim? Halimi hatrımı falan sormayacaksın
yani? Vay arkadaş tam tüketim toplumuna dönmüşüz. Eskiden hal hatır sorarlardı.
Nasılsın ne var ne yok derlerdi. Yeni nesil çok değişmiş azizim. (Aziz Yıldıvım?) Ehehehe. Tamam ya
tamam, daha da fazla uzatmadan Halle Saale şehrine yaptığım gezi odaklı, ama
araya başka olayları da serpiştirdiğim yazımıza başlayalım. Her ayın ilk
Pazartesi günü gezi, üçüncü Pazartesi günü ise misafir odası yazıları gelecek.
Diğer günler... Normalde Yunus beyimiz yazacaklardı ama kendileri Oregon’da
günlerini gün etmekteler, paraşütten item toplarken görevlerini aksatmaktalar.
Yazarlık sözleşmesini feshettim, edecem... (Et
ya et... Ben de sinir oldum valla) Arta kalan zamanım olursa diğer kalan
iki haftanın Pazartesi gününde de bir yazı ekleyebilirim. Aman neyse, konumuz
Halle Saale... Hadi başlayalım, Los Geht’s!!!
 |
Rastgele bir bina çekeyim dedim :D |
Efendim bu hafta Perşembe-Cuma-Cumartesi günlerini kapsayacak şekilde,
Almanya’nın Saksonya-Anhalt eyaletinin (hani
şu geçen ırkçı eylemler çıkan Chemnitz şehrinin bulunduğu eyalet) 1502
yılından beri kurulmuş olan Martin-Luther Üniversitesi’ne ev sahipliği yapan
Halle şehrine gittim. Biletimi aylar öncesinden ucuz ucuz ICE ile almıştım ve
hatta otel parasını bile o zamandan ödemiştim. Halle şehrine gitmemin sebebi,
Alman-Japon-Türk Hukuku Sempozyumuna gitmek idi. Canım profesörümün tavsiyesi
ile yaptığım bu kadar masrafa [yok la o
kadar da pahalı olmadı aslında] (hahah hoca seni başından savmış olum, zuhahaha
puhahaha) değdi mi? Göreceğiz efendim. Yorumu sizler yapacaksınız. İlk önce
konferans-sempozyum-kongre-panel ve adı her neyse bu etkinlikte ilgi
çekebilecek şeyleri yazıp, akabinde şehirle alakalı heyecanlı ikinci kısıma
geçeceğiz. Olaylar olaylar. Ha bu arada unutmadan, bu konferans %100
Almancaydı. (hadi canım, inanmam. Şimdi
sen o tamamen Almanca olan ve akademik içerikli konuşmaları anladığın mı iddia
ediyorsun? Gerçeğe aykırı beyanlarınız nedeniyle kınıyorum sizi)
Konferansta [bir şeyi netleştireyim.
Büyük bir kavram karmaşası var. Ben konferans, kongre, sempozyum, sunum, panel,
etkinlik falan ne dersem siz bu 3 günde yapılan bilimsel çalışmaları anlayın
okurum] genel olarak Alman hocaları anlamadım çünkü çok hızlı
konuşuyorlardı ve konuşmanın içeriği teorik tartışmalar ile doluydu. Hatta
konuşmalar esnasında anlamamamdan dolayı vicdan azabına kapılmıştım. Nasıl
anlamam diyordum fakat sonradan Türk hocalarla konuşunca [kongrenin son günü son saati olsa da] onların da bu konuşmalara
odaklanmadıklarını öğrendim. Onlar da çok hızlı olduklarından ve sürekli teorik
tartışmalar ile boğduklarından muzdaripti. Ben onların da zorlandığını
öğrencince bir rahatladım bir rahatladım. [Kongrenin
bana öğrettiği en önemli şey şu oldu: Kongreye dek Almanca bilen bizim Türk
hocaları gözümde çok büyütür nirvanalara koyardım. Vay anasını beeee çatır
çatır konuşuyorlardır Almancayı diyordum. Heh öyle değilmiş. Bilgileri var
eyvallah ama böyle gözümde büyüttüğüm kadar nirvana durumu yokmuş ortada. Bilin
istedim, dil öğrenmekten korkmayın ve bu süreçleri gözünüzde büyütmeyiniz
lütfen] Türk ve Japon hocaların sunumları ise daha anlaşılır cinstendi.
Arada bir Japon hoca 9-10 sayfalık okuma metnini bize dağıtıp o metni aynen ve
çok yavaş bir biçimde okuyup hepimize işkence etse de özellikle Türkiye’de ve
Japonya’da idam cezasının tartışıldığı ikinci gün beni akademik doruklara
çıkardı diyebilirim. Keza Türkiye ve Japonya’da yargı bağımsızlığı konusu da
dikkat çekiciydi. Alman hocalar da bol bol Almanya’daki yargı bağımsızlığını
eleştirdiler :D [Almancası
Unabhängigkeit, bağımlı olmaları ise Abhängigkeit. Bunlar önemli bilgiler.]
[Yine ek bir bilgi: Akademik dedikodu yapmayı ne özlemişim beeeee :D]
(Yazının
başında Almanca konuşmaları anladığından şüphe etmiştim. Çok üzgünüm, sık
kafama (Arda Turan ADAMLIĞI mode on) özür dilerim sık kafama)
Şimdi gelelim en heyecanlı olaylı, sorunlu, problemli, atraksiyonlu kısma.
Halle Saaaaale şehrinin garipliklerine. Canım Erlangenimden (oha oha nasıl da sahiplenmiş hemen)
Doğu Almanya’nın karanlık sularına ICE treni ile (hızlı tren mi? Almanya bizi kısk.......) geçiş yaptığımı
söylemiştim. Trenleri Türkiye’deki YHT ile kıyaslarsam... Yok abi Türkiye
olarak alınması gereken çoooook uzun bir yol var. Trenden indim valizimi Halle
Tren istasyonunda emanet dolabına koyayım dedim. 24 saati 4,5€ imiş. Bir an
tereddüt etmedim değil koymakta. Valizi oraya yerleştirdikten sonra baktım bir
saatten fazla süre var konferans için, gittim kongre salonuna yakın bir parkta
Eti Tutku falan yedim. Twit okudum falan. Kongre merkezinin olduğu adrese
gidince bir de ne göreyim 6 tane bina var aynı numara altında. İleride bir
yerde kongrenin pankartını gördüm ve o binaya gittim. Heh işte yanlış binaymış.
Kütüphane imiş. Görevli ne için geldiğimi sordu, bina adı da davetiyede yazılı (Burse zur Tulpe) fakat ben işte unuttum
onu. Ya bir çiçek ismiydi diyorum, kongrenin adını Almanca söylüyorum ama yok.
Anlamıyor. Tabi Almancam da über süper olmadığı için büyük bir sçış gerçekleşti
diyebilirim. Akabinde iki öğrenci yardıma geldiler, kütüphaneci ile bir şeyler
konuştular ve bana bir binayı tarif ettiler. O tarafa gittim bu sefer bina
sayısı üçe düştü. Birine daha sordum, gösterdi ve uzun süren uğraşlar ve
rezillikler sonucu [nasıl heyecan yaptım
ama ya. Büyük komedi] konferans salonuna ulaştım. Girişte Dekan Prof.
Rosenau hoca ile karşılaştım, Facebooktan da arkadaşız, hemen tanıdı beni [ben şok] bir iki merhaba hocam
faslından sonra kayıt sırasına girdim. Önceden ismimi yazdırmıştım. Sadece yaka
kartını alıp çıkacaktım. Heh işte benim soyadımı yine yanlış yazmışlar. Hem de
listede adım iki kere. Birinde “Bincan” (zuhahahahah)
diğeri ise “Financ” (puhuahahaha) ve
ikincisinde ünvanım Dr. :D Sonuç olarak yine bir etkinlikte yaka kartım elle
yazıldı :/
 |
Yine rastgele :D Öyle ilgimi çekmedi şehir |
İlk günün sunumları normalde 6 gibi bitecekti ve otele [aslında Hostel] son giriş saati 9. Kafamda rahatım, valizi alır
oradan da otele geçerim diyorum. Birkaç gün öncesinden tüm hatları not etmişim,
hepsinin saatleri falan tüm bilgiler tamam. Süper organizeyim. Heh noldu.
Konferans 8’e doğru bitti. Ben yusuf yusuf. Hemen apar topar işaretlediğim
tramvay durağına gittim. Oradan tren istasyonundan valizimi aldım ve tren
istasyonununun önündeki duraktan tramvaya binmek için beklemeye koyuldum. Ne
olduysa orada oldu. Benim gitmek istediğim hat olan 5 numar BİTMİŞ. Otelin
oraya giden ikinci hat 10 numara geldi. Dedim tamam. [Tabi heyecan da var] Bindim. Heh doğru hat fakat yanlış yöne
binmişim. Durak isimlerine bakıyorum, ı ıh. Bir terslik var. Bir baktım
tramvayda tekim ve neredeyse şehir dışı. Hani şöyle izah edeyim. Şehrin zengin-fakir,
ırkçı olmayan-ırkçı, eğitimli-eğitimsiz olarak ayrıldığı bir nokta var. Tren
istasyonu. Tren istasyonunun sağ tarafı sıkıntılı, sol tarafı otelin ve
üniversitenin bulunduğu şehir merkezi. Heh ben tramvayda tek olduğumu fark edip
indiğimde sağ taraftaki çorak topraklara girmiş bulunmaktaydık. Hani 3,5 atmak
derler ya.. O durum. Dedim madem doğru hattın yanlış yönüne binmişim. Karşı
durağa geçersem otele giderim. (Zekiiiiii
yaaaa) Heh işte, son tramvay saat 8’deymiş. Ben nasıl küfürler ediyorum
ama... Etrafta bir iki araba, iki üç cılız ışık dışında in cin top oynuyorlar,
halı saha gibi ortam onlar için. Elde valiz koşarken Yunusu aradım, biri g.te
pıçah olayı yaşatırsa bari bir şahidim olsun dedim. Bir kadın buldum, alkollü.
Sordum. Tepki bile yok. İleride bir otobüs gördüm. Bildiğin depar attım :D
Otobüs şoförüne Almanca acemisi gibi görünmeme çabası ile birlikte sordum.
Allahtan anlamadığım bir soru yöneltmedi bana ve şu ileride bir taksi olabilir
dedi. Yine koşa koşa taksiye ulaştım ama ne göreyim. Tek taksi var ve taksici
dazlak. Dedim aha sıçtım, ormana götürüp böbrekleri alacak. Navigasyonu açtım
ve takip ede ede otele doğru yol almaya başladık. Ama bir baktım çakal beni
rotanın dışından götürüyor. Dedim hayırdır birader, ne iş? E her yerde inşaat
var dedi. (Yuhhhhh E.A. yalanın da bu
kadarı) Neyse güç bela 20.45 civarı otele ulaştım. Fakat 10€ ödedim
taksiye, boşu boşuna rezillik çıktı ama en azından otele vardım dedim. Hostelde
internet paralıymış. Üstelik odada tekim fakat bir baktım, 6 ranza olan odayı
bana vermişler ve orada tek kalacakmışım. Dedim oha. Oda pis. [Otelden çıkınca Booking.com sitesinde tüm
puanlarını düşük verdim. He ucuz muydu? Evet ama tövbeler olsun ya. Gider 3
yıldızlı otelde kalırım da bu çileyi çekmem.] Güç bela dayandım odadaki
durumlara. Fakat bitti mi? Hayır.
Sabahına erkenden kalktım. Öğleden önceki sunumlara gitmem, şehri gezerim
kafasındayım. Yürüye yürüye şehri gezerken şunları farkettim: Buradaki insanlar
acayip kapalı. Ben Erlangen’de tanımasam bile Günaydın deyince insanlar
gülümseyerek karşılık veriyor. Kaç kez denedim, Halle’de ben selam verince
millet kafasını eğip, yüzünü asıp yoluna devam ediyor. Markete gittim abur
cubur almalık. Benden önce şen şakrak olan kasiyer ben gelince ödemem gereken
meblağı yüzünü asarak söylüyor anasını satayım. Sinir oldum. Bu durumu kongrede
tanıştığım ve Halle’deki ünivesitede doktora yapan Türk hocaya sorduğumda, o da
bunu yaşadığını söyledi. O da aynı dertten muzdarip. (mustarip?) Neyse gittim
kahvaltı yapacak bir yer buldum. Anam ben hayatımda bu kadar taze sandviç
yemedim. Ekmeği, peyniri, domatesi falan mis. 2,60€ ödedim ama değdi resmen.
Hem de doyurdu valla. Oradan sonra Almanya’nın en eski çikolata fabrikası
olduğunu iddia eden firmanın şehir içindeki turistik şubesinden iki üç kutu
hediyelik çikolata alıp (inanmıyorum ama)
şehir merkezindeki yerleri [daha önce
haritada işaretlemiştim ama] göre göre konferansa gittim. İkinci gün Türk
hocalar ile daha yakından konuşma şansım oldu. Üstelik bir de Japon profesör
ile koniçiva, arigatoo falan diyerek kurdum diyalog sonucunda yapmış olduğu
sunumu ve kartını aldım. 2020 yılında Japonya’da bir kongre varmış hocanın
organize ettiği. Her an gaza gelip gidebilirim.
Son gün ise biraz daha durgundu. Yine konferanslar vardı. Hatta birisinin
konusu, bizim sıkça anlattığımız “Berlinde Hakimler Var” konulu hikayeydi. Sağ
olsun Alman hoca bunu da teorik temele dayandırdığı için yine anlamamaktan
mustarip bir biçimde dinlemiş oldum. Konferans 12 gibi bitti, benim tren 4’te.
Hoca bir gezi organize etmiş ama benim kafamda yalnız gezip her gittiğim
şehirden aldığım gibi o şehrin adının yazılı olduğu minik tabaklardan almak
var. Önce Marktplatz’a, yani şehrin en turistik yerine gittim. Bedava da
internet vardı. Biraz onu kullandıktan sonra caddeleri arşınlamaya başladım.
Arkadaş gidiyorum gidiyorum hediyelik eşya satılan bir yer yok. Google’da
arıyorum, yok. Maps’e bakıyorum yok. Gide gide gide gide bir baktım tren
istasyonunun oraya gelmişim. Oralarda elde valiz dolaşırken bir olaya
rastladım. Dar bir kaldırımda ben, önümde siyahi bir afrikalı vatandaş
gidiyoruz. Karşıdan nazi kafasında olduğu bariz olan biri geliyor. Ben geçtim
kaldırımdan inerek, ama diğer siyahi olana yol vermedi resmen. Biraz ilerleyip
baktım. Bildiğin ters ters bakıyordu siyahi olana, bu kaldırımdan nasıl geçmeye
çalışırsın diye. Bu şoku atlatamadan bir baktım Türk mahallesindeyim.
Buradakiler ile kıyaslarsam, acayip fakir ve muhtemelen illegal işlerin de çok
olduğu bolca Türk dükkanları. Keza boooool bol dilenci de gördüm. [Dilencilikle alakalı şöyle bir düşüncem var.
Mevcut eyalet yönetiminin bu dilenen insanlar ile ilgilenip maddi problemlerine
çözüm bulmaları gerekliliği var. Ama ya onlar yapmıyor, ki bu nedenle yolda
dilenciler artarak kendilerine destek veren sağ kesimin oyunu koruyorlar, ya da
dilencilere para verilmesine rağmen dilenmenin önüne geçecek önlemleri
almıyorlar, ki bu da aynı nedenle kendilerine gelen sağ kesim oyunu koruyor.]
Akabinde tren istasyonuna vardım. Biletime bir baktım... Trenim 16:52’deymiş.
Mal gibi film falan izleyerek geçirdim kalan birkaç saatimi. Allahtan wifi
vardı. :D (wifi, kan bağışından daha
fazla öneme sahip oldu heee bazı insanlar için. Bence bunu da eleştiren bir
yazı yaz (laf soktum)) Trenim geldi ve yine kulakta kulaklıkla canım, arım,
balım, peteğim Erlangen’e akşamın bilmem kaçınca varmış oldum. Sözün özü,
Erlangen’i seviniz. Daha sonra da tüm bu yaşadıklarımı ve kongrede aldığım
notları benim hocanın kürsüsüne Almanca sunum olarak yaptım. Dolayısıyla
Almanca açısından da götüm kalkmış durumda. Ayağınızı denk alın :D [Not: Son seçimlerde solcu Yeşiller %25
aldı Erlangen’de. Nazimsi parti Afd ise bulunduğum eyalette %20 falan beklerken
–aslında sadece Nico bekliyordu :D- %10 civarı aldı. Bunlar hep siyasi bilgiler
okurum]
 |
ERLANGEN <3 |
Haftasonu da Nürnberg – Hoffenheim maçına gitmeyi planlıyorum. Bu satırları
yazarken o maçı da yazmayı planlıyorum paylaşmadan evvel ama bu yazının sonunda
maç hatıraları yerine bu satırları okuyorsanız bilin ki vakit bulamamışımdır.
Hadi kalın sağlıcakla canım okurum. Her ayın ilk Pazartesi günü gezi yazıları
ile görüşmek üzereeeee. Tschüüüüüs!

Yorumlar
Yorum Gönder