Bloga Hoşgeldin. Burası Hukuk Öğrencilerinin, Hukuk Severlerin ve İyi Niyetli Üçüncü Kişilerin Buluşma Noktası!
Birikmiş Yaz Anıları: Bundesliga, Vierzehnheiligen ve Brombachsee #1
Bağlantıyı al
Facebook
X
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
-
Brombachsee, ileride anlatacağım :)
Selamlar millet naber? Blog sağ salim yerinde mi ya?
Bakalım? Aaaa tasarım değişmiş. Mavi… O da güzel. Yunus’un yazıları? E o da
var. Kaç okunmuş? 4 bin miiii? Yuhhhh. Ne yazdın arkadaş böyle? Ölümsüzlüğün
anahtarını mı? Misafir odası yazıları da tamam, güzel. E tamam blogda her şey
yerli yerinde ya. Aaa bi dakkaaa. Sağ tarafta minik bir reklamcık görüyorum.
Vay beee “reklamsız hava sahası” ne hale gelmiş? Aman yaa kazanacağımız üç
kuruş para. Okuyucuyu da rahatsız etmediği müddetçe sıkıntı yok. (Tabiiiiii,
parayı bulunca değişti hemen. Aaaa merhaba millet hatırladınız mı beni? Hani şu
her şeye muhalif olan. Ne mi yaptım? Kızlar, deniz, kumsal, eğlence ehehe) Hadi
başlayalım. Tatilde neler yaptım ettim anlatıp bu yazıyı bitirelim. Hem artık
yazılar da ayda bir. Kıymetimi bilin canım. Los g…. [DUR! Kısa bir not: kısa
kısa geçeceğim okurcuğum, son kısımda da iki minik Hiking gezisini anlatıp
bitireceğim. Daldan dala atlamaları lütfen mazur gör] Los geht’s! :)
Tarzan Rıfkı gibi dolaşma anları
Efendim malumunuz gezisel yazıları Den Haag yazıları ile
bitirip dinlenme dönemine girmiştim. Ne yaptık ne ettik hızlı bir özet geçeyim.
Efendim deli gibi ev arıyorum hala. Malum ev ile sözleşmem yıl sonu bitiyor ve
ev arayışına Eylül gibi başlamam gerekiyormuş. Ben de Ağustos’ta başlayayım
dedim ama yok. Ev falan yok. Ya 450€ ve üzeri, ödemem için taksiye falan çıkmam
lazım; ya da 4 odalı evin 4. bireyi olarak 400 civarı ödeyip taşınmalık.
Dolayısıyla halen arayışlardayım. Dün de hatta Welcome Office mail attı,
bulunduğunuz evi üniversite başkasına devredecek. Gidin bi şeyapın, belki yeni
sahibi size kiralar dedi. Uttenreuth’a bile razıyım düşünün yani :D Bulamazsam?
Mecbur park ve bahçeler müdürlüğü… :/ Fune’ye veda ettim geçen ay. Japonya’ya
geri döndü kendisi. Gitmeden bir iki gün önce buluştuk sohbet ettik,
vedalaştık. Japonya’ya gelirsen beklerim dedi. İlk hedefim gitmek gelecek yaz.
Bedava otel bulduk kolay mı :D Bana bir de Suşi şeklinde bir anahtarlık hediye etti. Ben de
ona karşılık olarak meyan şerbeti hediye edecektim ama bir türlü teslim
edemedim meyan şerbetini. Ama çok güzel bir dostluk edinmiş olmanın mutluluğu
içerisindeyim bunu bil :D (Japonya’dan Blog yazısı gelirse gram muhalefet etmem
söylim. Git valla git)
(Brombachsee'de bisiklet qeyff)
Bir bayram daha geçirdim burada aileden uzak. Kurban
bayramı. Bayram yine bayramlıktan uzak geçti. [Hatta bayramın ikinci günü
dedemin vefat haberini aldım. Bu haberi uzaktan alıp, duayı uzaktan etmek var
ya... Hah işte yurtdışının asıl zorluğu buymuş onu anladım. Kültür, adaptasyon
falan hava civa. Sıkıysa buna adapte olun da göreyim. Uçak bileti de sağ olsun bayram nedeniyle 3000 TL falandı... Neyse] Bayram namazının
ardından, mutlu mesut bir Türk kahvaltısı, sonrasında fakülteye aldığım
çikolataları dağıtmam ve akabinde saygı duruş…. ve akabinde aile bireylerini
WhatsApp, FaceTime vb. ortamlarda aramam bayramı en bayramlaştıran şeyler oldu
valla. Geçen gün de fakültedekilere Fincan Türk Kahvesi yaptım. Bildiğin
cezveli falan. Kahve fincanı bulamadım, Espresso bardağını kullandık. Ama bir
beğendiler bir beğendiler abooo. Hem de köpüklü falan he. (Ya bırak bir de
köpüklü diyor. Kesin ayıp olmasın diye beğenmiş gibi yaptılar) [REKLAM: Fincan
Türk Kahvesi, yılların tecrübesi. Birecik’ten Dünya’ya yayılan tat. Fincan Türk
Kahvesi.] (Anadolu Tat 1071 reklamı gibi oldu :D)
Geçen dönem olduğu gibi bu dönem de yüzme havuzu için
kayıt yaptırdım. Haftanın bir günü, bir saat yüzmenin yanında bir de masa tenisi
için kayıt oldum. Gittim Amazon’dan raket satın aldım, (la sanki oynayabileceksin ha. Uzakdoğulu öğrenciler gelince görürüm
seni) heyecanlı heyecanlı spor merkezinin yolunu tuttum. [kayıt olmak isterseniz mümkün olmayan spor
yok arkadaş. Kafa topu masa tenisi bile var düşünün. Ben böyle bir sporun
varlığını görene dek bilmiyordum. Kayıtlar 5 dakikada tükeniyor. Oturdum
bilgisayar başında bekledim valla kayıt olmak için düşün.] Spor salonunda
sora sora sora masa tenisi oynanacağı salonu buldum girdim, hop bir tane Japon
arkadaş. İçimden küfrediyorum tabi kendime. Oğlum seni madara ederler burada.
Otur yüz, gez, koş. Masa tenisi neyine (bana
ninjalık yaptırmayın!) Tanıştık ettik, sonra millet gelmeye başladı.
Toplamda 15 kişi falan. 5 masa var. Herkes dönüşümlü oynuyor kendi raketiyle.
Uzakdoğulu arkadaş > yendi. Hırvatistanlı (Vida diyorum :D) > yendi. Alman > 11-1 yendi. Uzun boylu
Alman > 3 maçta 2-1 yendi. Yeni öğrenmeye başlamış Alman > ben yendim :D
Ama tabi herkeste şort bende pantolonla masa tenisi oynayınca oldu bunlar.
Haftaya ben de kıyafetlerimi tam giyip gidecem. Valla ya. Liseden beri
oynamamıştım normal değil mi yav :D
(Nürnberg-Mainz maçında deplasman tribünü)
Hatırlarsanız Bundesliga – FC Nürnberg kombinesi
almıştım. Hatırlayan olmazsa, maraton alt tribün. Hemen ortaya yakın. Yerim çok
hoş. Heh işte o maça gittim. Bir de Johannes ile Alman ikinci lig maçına gittim.
FC Ingolstadt 04 - SpVgg Greuther Fürth maçıydı. Ben hayatımda böyle yeteneksiz bir maç görmedim :D Ama
Türkiye ligindeki Sivas-Malatya maçı gibi maçlardan iyi tabi. FC Ingolstadt 04 - SpVgg Greuther Fürth
maçında deplasman tribünün hemen yanına Johannes’in hakem kartı ile bedava
girip oturduk. Fürth sağ bekinde kim oynuyor? Robertoooo Hilbeeert.
Tanımayanlar Google’da arayabilir. Deplasman tribünün yanında kafamız şişse de
maçımızı efendi efendi izleyip dönüş yolunda McDonalds’ta atıştırıp eve geldik.
Eve vardığımız dakikaları hatırlamıyorum. :D O derece uykuluydum. Asıl maç FC Nürnberg – FC Mainz maçıydı. Sabah kalktım, kahvaltımı yaptım, evimi sildim
süpürdüm, çöpümü attım, bisikletime binip tren istasyonuna vardım. Aha o da ne.
Yüzlerce polis istasyonun önünde. [Sebebini sonradan öğrendim, biri öldürülmüş.
Irkçı eylemler vs olmasın diye önlem almak içinmiş.] Zar zor istasyona girdim,
ama o da ne. Tüm trenler iptal. Fürth - Nürnberg arası tren raylarında bir sorun
olmuş falan filan. Nürnberg taraftarlarının peşine takılarak bir trene atladım,
onlar indi ben de indim, bir otobüse bindiler ben de bildim, eni sonu stada
vardık. Tın tın ilerleyip, gişelerden geçip [stada girerken suyumu almadılar ya
la. Yasakmış o şişe :/ Ben bir bizde sanıyordum böyle saçma yasaklar] yerimi
buldum. Solumda iki çocuğu ile bir aile, sağımda pek konuşmayan Alman bir
yaşıtımla [adı neydi ya] izledik. Güzel maçtı. Almanları holigan değil
bilirdim, yok hacı ben Vodafone Park’ta maç izlerken kendimi daha konforlu
hissettim. Hee maraton tribünde ayakta değil, oturarak izliyorlar. Bizim
stattan iyi yanı bu var bak. Sadece önemli pozisyonlarda ayağa kalkıyorlar.
Tarzan Rıfkı
Sonraki hafta sonu da Adidas’ın genel merkezinin olduğu,
Puma ve Adidas’ın sahiplerinin doğduğu ve şirketlerini kurdukları köye (Herzogenaurach) gittim.
Bizim şehir merkezinden 10 km uzaklıkta. Önce bisikletle giderim diyordum ama
benim köyden şehir merkezine gelene caydım. Otobüse atlayıp gittim. [1 saatte
bir gelen bir otobüs ve bir bir anlatmış olayım bunu birilerine dedim
biriktirerek bir tutam kelimeyi birlikte] [bilerek “bir” kelimesini çok
kullanarak komiklikli saçma bir cümle yaptım. Tamam gitmeyin durun] Otobüste
yanlışlıkla bir durak önce inip 1,5 km falan güneşte yürüdüğüm doğrudur. Heh
işte ondan sonra Adidas’ın –umarım yanlış bilgi değildir- Dünya’daki veya
Avrupa’daki en büyük Outlet’ine girdim. Anam o da ne! İçerisi tıklım tıklım,
yüzlerce çeşit spor ürünü ve ciddi ciddi fiyatlar çok uygun halde. 80€ olan
Real Madrid forması falan 40€’ya düşmüş o derece. Canım çekti hepsinden ama
dirayetli davranıp bir ayakkabı (valla ihtiyacım vardı) ve bir cüzdan alıp eve
döneyim dedim. Heh işte sorun orada çıktı. Otobüsü kıl payı kaçırıp bir saat
durakta 4 Suriyeli çocuğun Almanca olarak sürekli kavga etmesine maruz kaldım. [Abi
şaka maka entegre olmamakta ısrarcılar ya :D Suriyeliler de değil yalnızca,
Türkler de aynı]
(Kung-Fu tekniği ile cam kırıklarını kafamdan atarken)
Gelelim yazının gezisel kısmına. İlki bir Cumartesi günü gerçekleşen
Vierzehnheiligen-Bad Staffelstein’a yaptığımız Hiking-Yürüyüş gezisi. Diğeri
ise Brombachsee’deki bir Pazar günü gezisi. Bu iki gezi sonrası acayip yorulmuş
olmam, Pazartesi sabahı kolumu kaldıracak gücü kendimde bulamamam, sabah 11’de okula
gitmem falan hep bu gezilerin neticesi.
Bad Staffelstein doruklarında :)
Cumartesi günü Welcome Office tarafından organize edilen, benim gibi
Semester Ticket sahibi olanlara ücretsiz, olmayanlara 5€ olan
Vierzehnheiligen-Bad Staffelstein gezisine katılmadan edemedim. (neden? Çünkü Fincan genleri devreye
girerek, „bedava“ olan bu geziye katılmasını sağladı. Neden? Çünkü „bedava“)
Gezinin iki hafta öncesinden gidip kaydımı yaptım. Gezi sabahı
erkenden kalkıp otobüsle tren istasyonuna gittim. Herkes toplanmış, aaa kim
var? Şu çok konuşan Çinli arkadaş. Mecbur ona da selam vermiş oldum. Başka kim
var? Çinli çift. Hani her gezide karşılaştığım. Onlara da selam verdim. Başka?
Agniezka’nın veda yemeğinde [hatırlatma
notu, hani Polonya’lı. Giderken herkese birer tane bardak altlığı verdi Polonya’dan
getirdiği.] tanıştığımız İran’lı Mashid. [şaka maka üniversitede Meryem
diye biri vardı, şimdi avukat. Onun tıpkısının aynısı] Ona da selam verdim.
Kanadalı bir çiftle tanıştım, sonra Kolombiyalı Laura ve Şilili Martha ile 4
Hindistanlı [vallaha isimleri aklımda
kalmadı, kontrol etmem lazım Facebook’tan] (vaaay demek Facebook’tan da
ekledin, wuhuuu) ile tanıştım. Başka...... Bu kadar :D Diğerleri ile
tanışmadım. Tren geldi, yola çıktık. Yol boyu Mashid ile paso siyaset falan
konuştuk. Uluslararası Hukuk doktorası yapıyormuş. Burs nasıl bulurum diye
sordu. Ben nasıl bulurum diye yanıt verdim. :D Kimse kusura bakmasın, burs
kaynaklarımı kimseye söyleyemem :D (vay
arkadaş, ne kadar pis – cimri – pinti – iğrenç – tuvalet terliği bir insan
olmuşsun sen) Bad Staffelstein’a vardık ve bilmem kaç km sürecek yürüyüş
başladı. (Lan dizin sakat değil mi senin?
Nasıl yürüyorsun o kadar? Anca şov)
Hanimiş benim yakışıklım? Solda. :D
Arkadaş nasıl bir geziyse bu, ilk önce dağa çıkacakmışız. Daha doğrusu dağ
değil, dağcık. Tepemsi bir yer. Tamam eyvallah yanıma suyumu, elmamı falan
aldım ama çık çık bitmiyor. Git git bitmiyor. G.tüm açıldı resmen. Hayır şaka
maka bazıları [örneğin Martha] dağ
tırmanma bastonu ile gelmiş. Ben de mal gibi, hurra diye çıkmışım geziye. (Cehaletin Bedeli, sinemalarda) Dağın tepesine ulaştığımızda ben bitmiş durumdaydım ve daha gezinin
başındaydık. Molamızı verdik, fotoğraflarımızı çekildik, elmayı yedim (yasak elma mı? Hehehe), Hindistanlı
arkadaşların fotoğraflarını çektim ve iniş yoluna geçtik. 5 km kadar yürürken
Hindistanlı 4’lü, Martha, Mashid ve Laura samimi olduk. Hatta artık bir
WhatsApp grubumuz bile var. Erlangen Minorities :D [bana Artificial Intelligence demeye başladılar :/ intelligence ama
artificial değilim dedim ama ohooo] (oooo numara da almış arkadaş. Biz seni oku
diye gönderelim, sen peeeeeh) Heh işte bir ton yürüyüşün ardından [yolda taş tarlası gördük ya la. Koca tarla,
bildiğin daş üretiyormuş :D] Vierzehnheiligen adında, 14 havariler diye
çevirebileceğimiz kilisede mola verdik. Molada kiliseyi, ve kilisedeki ayini az
biraz izledikten sonra oturduk yanımıza aldığımız şeyleri yiyelim dedik. Ben
elmamı yerken, Hindistanlı arkadaşlar bir tane Balık Kraker çıkardı. Eti değil
ama çok çok benzer. Jelibon çıkardı. [Kolombiya’da
Jelibon, Votka ile birlikte yenilen bir mezeymiş] Bir ton ıvır zıvır abur
cubur yediler. Ben de efendi gibi elma kemirdim :D Balık krakerin tadı güzel
ama he... Daha ince ama daha yağlı bizim balık krakerden. Eti Çubuk Kraker’in
balık gibi olanı.
"Daş tarlası"
Oradan ayrıldık yine 5 km yürüyerek buraya gelirken vardığımız tren
istasyonunun bulunduğu şehri az biraz gezip Erlangen’e döndük. Günün sonunda 17
km yürümüştüm ve 68 kat çıkmıştım (la
bırak uyduruyorsun ya, saydın mı? Hem dizin sakat la senin nasıl 17 km? Birecik
Nizip 10 km anasını satiyim) (hadi diyelim yürüdün, bize ne :D) ve bu
yorgunlukta dönüş otobüsünde bir şey yaşandı. Bir tane yaşlı kadın otobüste
yanıma oturdu, ben pencere kenarı. Neyse benim durağa yaklaştık ve son derece
kibarca “inebilir miyim lütfen” dedim Almanca. Hayır dedi :D durak yok şu an,
biraz ileride inebilirsin dedi. Mal mıdır diye düşünürken tekrar sordum, hayır
beklemelisin dedi çekilmedi. O esnada tüm otobüs bize bakıyor, arka çaprazda
bir yaşlı adam boşver onu, salla der gibi bir işaret yaptı (allasen söyle, o işaret nasıl :D) ben de üstelemedim. Durağa
geldik, kadın kalktı. Durağa gelmeden kalkılması çok ayıp gibi bişi dedi.
Hasbinallah çekerek otobüsten indim. [Akıllısı
beni bulmuyor arkadaş.] Akşam Beşiktaş maçını izleyip, evi toparlayıp,
yarına hazırlık yapıp efendi gibi (EFENDİ
BEŞİKTAŞ?) uyudum.
Bir sonraki gün yine erkenden kalktım, yine kahvaltı-temizlik-bulaşık vs
deyip Brombachsee’ye gitmek için yola çıktım. Yol boyunca gerçekleşen uykusal
durumların ardından oraya vardık. Bisiklet kiralayıp 16 km gölün etrafında
pedal çevirdikten sonra (yav arkadaş bir
gün önce bi ton kilometre yürüyen sen değil misin? Hani dizin sakattı senin ya?
Şovmen...) bir atraksiyonun bulunduğu bir yere gittik. Nedir? Yok hayır
köpek kovalamadı dur... Nedir? Erlebnis-Kletterpark - Zweckverband Brombachsee
diye bir yer. Orada türlü platformlardan, ağaçlar arasında kaymalık-yürümelik
yollardan geçerek [Kletterpark] 9. Platforma
ulaştık. [telefon sokamadım içeri, yoksa
foto koyacaktım. Anca rica minnet bir fotoğrafım var onu şeyapayım] Nedir bu
9. Platform? [Seeüberfahrt] Gölün
üzerinden teleferik üzerinden kaymalık efsanevi süper ötesi bir atraksiyon
şeysi. Benim fotoğraf yok ama onların sitesinden aldığım rastgele olanları
koyuyorum aşağıya. O atraksiyonlardan bitap düşmüş halde durmadık bastık Çıplak
Ayak ormanına gittik. [2 dakka yürüme
mesafesi he] Girişte ayakkabıları çıkardıktan sonra ücretsiz olarak (ÜCRETSİZ) kocaman ormanda 1,5 km’lik
bir yolda yürüdük. Arkadaş bildiğin müthiş rahatlatıyor. Yerde türlü türlü taş
türleri, ağaç kökleri falan. Hatta bir yerde kırık camların üzerinde yürüdüm.
Ama en süper kısmı, küçük bir su kanalının içinden yürürken ve ormanın en dip
noktasında olan hamakta manzarayı izlerkendi. Tam kitabı-kahveyi-çikolatayı
alıp gelip uyumalık :D Valla bir daha gidesim var oraya. Heh sonra noldu? Trene
atlayıp usul usul evime döndüm. Gün sonu raporu: 14 km yürüme, 16 km bisiket,
çıkılan 63 kat ve bi ton atraksiyonlu ağaçta zıplama. Sonuç? Pazartesi okula 11’de
gidebildim :D
EVET, AYNISINI YAPTIM!
Aman neyse ya. Yazı kitap haline dönüşüyor yazdıkça arkadaş. Tamam güldük
eğlendik de, yazı uzadı. Diğer yazı? E gelecek aya. O süreçte yine her Pazartesi
blogda bir yazı şeyapmaya çalışacağız. [Yunus
beyimiz yazarsa] (laf soktu) Hadi okurum ben kaçar, gideyim de 1 saatte 1
sayfa Almanca makale okuyayım :/ Tschüss!
Yorumlar
Yorum Gönder