Futbola Dair Farklı Bir Bakış - Misafir Odası


Maç öncesi,
Umut
Heyecan
Coşku
Maç sonrası,
Sinir
Stres
Hayal kırıklığı
*



FUTBOLA DAİR FARKLI BİR BAKIŞA” Hazır Mısın?

Laf olsun diye söylemiyorum. Yazılanları okudukça bu durumu kaldırabilecek misin?
Her şeyden önce kalıplar içinde düşünüyorsun. Öyle alıştırıldın.
Uzaklaş. Dış gözden bakmaya çalış.
Geri çekil ve dışardan bir de bu gözle bak, hayatlarımızın büyük bir kısmını kaplayan FUTBOL’a.
Tane tane ve yavaş okumanı, okuduğunun üzerine düşünmeni öneririm.
Hadi, keyifli okumalar…
*
Rakipler puan kaybetmiş, kazansak her şey lehimize olacakken, hatta 1-0 öne bile geçmişken, son dakikada yenen golle berabere biten bir maç. Kötü oyun, dikkatsizlik, beceriksizlik, bireysel hata, konsantrasyon eksikliği, taktiksel hatalar vesaire vesaire… Milyonlarca bahane yazabilirim ama gereksiz ZAMAN KAYBI.
Biz bile artık neyin ne olduğunu çözmemize rağmen asıl sorumlular çözemiyorsa bu işte bir TERSLİK yok mudur?
İnan, artık zevk vermemeye başladı maçlar ve zaman kaybı olarak görmeye başladım. Ulan, keyif alacağımıza ömrümüzden çalan, sinire strese sokan bir şeyi, ne diye savunayım ki , gerekli kişiler bizim kadar ilgilenmiyorken…
Diyoruz ki maç 90 dk. Oturalım keyifle maçımızı izleyelim, sonra da gönül rahatlığıyla uyuyalım. Yok arkadaş! Bu dediğimizi kocaaa sezonda bir elin parmakları kadar yaşarsın, fazlasını değil.
Umut ve heyecanla oturursun, sinir ve hayal kırıklığıyla kalkarsın. Sonra da tüm günün hatta haftan kötü geçer. Moralin bozulmuştur bir kere. Hani diyorlar ya “biz futbolcular kaybedince çok üzülüyoruz, yatamıyoruz, gözümüze uyku girmiyor” falan filan. HİKAYE…
Adam, ertesi günkü idmanda, fotoğraf karelerine yansıyor; şen şakrak, güle oynaya poz vermiş.
Eee,  hani dün üzgündün sen!
Niye üzülsün ki SENİN gibi; sen bir ÖMÜR vermişsin kulübüne, o ise 2 sene içinde başka takıma gidecek. Kaybetmesine rağmen, milyonları cukka yapmış.
“Senin ömründen ömür gidiyor, onun cebine her koşulda para giriyor”
*
Keza transfer döneminde de durum aynı :
Koca 3 ay boyunca hep bir umut hep bir bekleyiş.
Takımın eksikleri 6 ay öncesinden belli, yöneticiler “gelecek sezonun takımını şimdiden kurmaya başladık” gibi söylemler söylerler ama o 3 aylık transfer sezonu gelince, ne hikmetse(!) son 3 güne sıkıştırırlar.

Bu durumun böyle olacağını, gözlemlerden yola çıkarak tahmin ettik ve aynısı yaşandı.
Kuzenle konuşmamız Ocak ayında geçiyor: Takviye yapılması gereken yerleri konuşuyoruz. Hoca ve yönetim de dahil herkes konuşuyor. Diyorum ki: “Dünya kupasını bahane edecekler, hele bi bitsin diyecekler. Daha sonra alanlar alsın , satanlar satsın. Yani dünya devi kulüpler bi güzel eksikliklerini tamamlasın. Sonra onlardan kalan artıkları 2. sınıf kulüpler paylaşsın. En son, kısmet olursa artık biz alalım. Onu da hemen almayalım. Akşam pazarcısı gibi pusuda bekleyelim, en ucuza hatta bedavaya alalım.
Dünya kupası Temmuz ortasında biter, büyük kulüpler transferlerini tamamlar. Geldik mi Ağustos’a…
Bu arada 3 ay boyunca, ülkeye ve kulüplere gelmeyen oyuncu kalmaz. Her gün saatlerce konuşulur:   “ Şu oyuncu geliyor , şu oyuncu bitmiş , yok bunun uçağı radara takılmış , son dakka: falancanın eşi ikna oldu” gibi saatlerce konuşulur, yazılır çizilir.
Futbol sevdalısı da takip eder, bi HEVESLE…
Bir de yöneticilerin sağ gösterip sol vurması yok mu, ona hiç girmeyeceğim.
Duyumlar , söylemler… 3 ay böyle sürer gider. Hatta transfer sezonu kapanır, hala yazar çizerler “Ocak ayında futbolcu kesin geliyor” e.a.
Milyon tane oyuncu adı yazmış , içinden bir tanesi tutunca “ilk biz söyledik, bakın yine biz bildik, işte habercilik” diye milleti kandırmıyorlar mı bir de pişkin pişkin.

“Gelen gelmeden, Giden gitmeden
Hiçbir şeye inanmayın.”

Hep bu bekleyişler insanın ömründen çalıyor, en kıymetli hazinesinden. (yalan mı!) Ama o bu durumun farkında bile değil. Zaman kaybını görmezden geliyor.
Maç 90 dk, öncesi sonrası ve tartışmalı pozisyonlarıyla (klişe program açılış sözüdür) oluyor sana 5 saat. Ya maç 1.5 saat oynanmadı mı? Oynandı. Bitti. Evli evine köylü köyüne gitti. 5 saat neyini tartışıyorsun! Eline çarpar açıkça, hakemin gözü önündedir, vermemiş. Tartışanların hepsi “çok net penaltı” dese ne olacak. Hayır, bir FAYDASI olsa eyvallah. Hakem ders çıkarsa hatalarından, bir daha yapmasa anlarım da, hakem daha aynı maçta aynı pozisyona farklı iki karar verebiliyorsa, biz buna ne anlatabiliriz ki!
Ha bir de maçın öncesi var ki, o daha şenlik.  Oynanmamış maçın üstüne konuşulur. “şu kadroyla çıksın, yok bunu oynatmasın, şu taktikle oynasın.” Anlatırlar. Saatlerce. Sonuç, kocaaa bir HİÇ.
Artı bir DEĞER katıyor mu?
FAYDA sağlıyor mu?
Ömrünü daha ANLAMLI hale getiriyor mu?
Bi DÜŞÜN bakalım…
(Derbiyi unuttuk bak , görüyor musun:) Bir de derbi haftası var ki , o daha vahim: maçtan 1hafta önce başlanır konuşulmaya, maç oynanır, biter. 1 hafta daha konuşulur)
*
“Maç vakti geliyor, takım geçen haftalardaki gibi, futbolu vasatın önüne geçmiyor, zevk vermiyor” diyoruz (ben de diyorum) ama bir UMUT “bu sefer güzel oynayacaklar” deyip izliyoruz.
Ve da daaaaaa
Yine aynı terane:)

Eee, o zaman soruyorum “ne diye KASIYORUZ hala!” millet ne diye maç izliyor: günlük koşuşturmalardan uzaklaşmak, iş yoğunluğundan sıyrılmak, dersler ve sınavların bunaltıcılığından kaçmak, HOŞ vakit geçirmek gibi gibi…
Ama sonuç daha beter. Şarkıda da geçtiği gibi: “ Demek, yine bana hüsran, bana yine hasret var, yine bana esmer günler düştü”
Sinir stres, hüzün hayal kırıklığı… yine gelsin mi, günlerin kötüsü haftanın kötüsü…
Kimisi dişinden tırnağından arttırıp futbol yayını alıyor, kimisi harçlığını biriktiriyor gönül verdiği takımın maçına bilet alıyor, pahalı olmasına rağmen. Kimisi işini erteliyor, kimisi düğün gününü bile değiştiriyor. Komşusuna gitme vaktini maç saatine göre ayarlayan da var, arkadaşıyla buluşmasını erteleyen de.
“Eşi ilgi bekler çocuğu yardım ama bizimki için öncelik sahaya çıkan ilk 11’dir”
Şimdi sorarım sana: bu BAĞIMLILIK değil midir! HASTALIK değil midir!
Oyun beklersin, rezillik olur…
Güzellikler yerine, çirkeflikler hakim…
Fayda yerine, zarar veriyor…
Milletin gözünün içine baka baka kandırırlar…
Adil oyun beklersin, çakallığın âlâsı yapılır…
Kapalı kapılar arkasında ayrı bir dünya vardır ki, orası bilinmez bir kuyudur…
Ama, döner dolaşır, gelir maçını izler, beyimiz…
*
Başarısızlıklar yaşanmasına rağmen, nasıl bir zihniyet varsa! büyük paralar kazanılır. Ya biz işimizde bi hata yaptığımızda kapıya konan bir sistemin içindeyken, nasıl oluyor da adam zerre ayağına top değmeden milyon alabiliyor!
Yönetici kendi parasıymış gibi harcayabiliyor! Hiç kendi şirketini zarara uğrattığına şahit oldunuz mu? Ama ne hikmetse geliyor, 3 sene içinde borcu takıyor sonra da hiçbir şey olmamış gibi çekip gidiyor (ha bir de gitmeyenleri de var) hiç düşündünüz mü, kim bu yöneticiler? Ve fark etmişsinizdir, hepsinin ortak özellikleri; hep bir şirket sahibi, patron ve zengin olmaları. Gelen gideni aratır hesabı, sürekli bir borçlanma sürekli bir finansal sorun… Sizin kendi şirketlerinizde finansal sorun çıktığında nasıl çözüyorsunuz? Ya da sorun çıkmıyor mu! Niye hep zengin kişiler ve futbola uzak olanlar yönetici konumunda? Acaba işi işin ehline vermek çok mu zor!
*
Peki şu konuya ne diyeceksin:
Bir futbolcu doktordan veya öğretmenden daha mı faydalı bir iş yapıyor? Doktor 40 yıl çalışsa sayısız ameliyata girse bir de dayak yemese, 1 futbolcunun aldığı parayı alamıyor. O zaman hazırsan soruyorum: futbolculuk, doktorluk mesleği de dahil diğer meslek dallarından daha mı ÖNEMLİ !?
Hayat kurtarıyor mu…
Bir şey öğretiyor mu…
Yaşamlarımıza anlam katıyor mu…
Yapıcı mı…
Besleyici mi…
Hiçbiri değilse eğer, ne diye büyük meblağlar dönüyor! (Cevaplamak için kasma , sadece sordum.)

*
“Ya bizim de TEK zevkimiz bu ne yapalım yani”  diyorsan 1-2 tavsiye vereyim:
Kitap oku, sinemaya git, tiyatro izle, ailenle daha çok vakit geçir, hobi edin puzzle yap mesela veya maket. Şehrindeki etkinliklere katıl, mesela açık hava konserine git. İnsan içine karış. Yeni yerler keşfet. Ömrünü, paranı çalan bu futbola daha az zaman ayır. İzleme demiyorum. İzle ama çokta şey yapma, anladın sen onu…
Tadında tuzunda bırakmasını bil. Sana, mutluluk veren işlerle uğraşmak varken, seni çoğu zaman hayal kırıklığına uğratan, saç baş yoldurtan hatta hasta eden bu futbol dünyasında olabildiğince az zaman geçir ve seçici ol. DÜŞÜN.
“İnan, maçların olmadığı haftalar o kadar sakin ve güzel geçiyor ki günler, anlatamam”
*
Ayrıca, hiç düşünmedin ve kafa yormadın belki buna ama sana ilginç bir konudan daha bahsetmek istiyorum: Statlar bu haliyle çok gereksiz yapılar.
“Nerden çıktı bu” dersen, 300 milyona stat yapılıyor. Senede, Avrupa maçlarını da katarsan 25-30 maç yapar. (Bu durum diğer takımlar için senelik 17 maçtır) bir takım kendi evinde SADECE 30 gün kullanmak için büyük yapılar ve yatırımlar yapıyor. 365 gün var. 30 gün kullanıyorsun, senede. O da 24 saat değil. Maksimum 5 saat.
Sorarım o zaman: “335 gün boş boş duran bu statlar bu haliyle GEREKSİZ değil midir?
Daha İŞLEVSEL yapılamaz mı?
Mesela zemini değiştirilebilir olsa farklı etkinlikler için kullanılamaz mı?
Ya da çatısı kapanabilir olsa, farklı spor branşlarına ev sahipliği yapamaz mı?
Dünyadaki örnekleri incelense ve böylece boş boş duran 335 gün sayısı azaltılıp, ek kazanç sağlanamaz mı?
Bir de yapılan stadı belli maçlar için bozan, karakteri minimum insanlar var ki, sorma!
*
Kendi formamızı kendimiz üretsek, satılan formaların parası hepsi kulüplerimize kalsa
Kulüp ürünlerini taraftar tasarlasa veya onların da fikirleri alınsa
Stat çimleri standart olsa, kimi hibritken, kimi bataklık/tarla olmasa, bir kurum tarafından denetlense
Daha birçok konu var da, artık kısmet olursa başka sefere.
*
Hadi gel bu yolculuğumuzu sonlandıralım:
Bu yazıyı FARKINDALIK yaratmak, FARKLI bir gözle olaylara bakman için yazdım.
Bazı konularda detaya girdim daha çok dikkat çekmek için, bazılarını hızlı geçtim üzerinde sen düşün diye.
“Kimsenin kimseye bir şey öğretemediği” şu zamanlarda UMARIM bu yazıdan bir şeyler öğrenirsin: HAYATA ve FUTBOLA dair.
“Futbolun kumar olduğunu ve Kumarı sadece oynatanların kazandığını” UNUTMA!
Ve de son olarak sana özel bi GÜZELLİK yapayım:
GERÇEK futbolun, arkadaşlığın, çalışmanın, hedef koymanın, istemenin ve inanmanın, takımdaşlığın ve milli ruhun, taktiksel zekayı, hırsı, sevinci ve başarının ne demek olduğunu öğrenmek/deneyimlemek istiyorsan mutlaka ama mutlaka “TSUBASA”yı izlemeni öneririm.
Her şey GÖNLÜNCE olsun,
Gönül verdiğin takım ŞAMPİYON olsun :)
Sevgi ve Saygılarımla

SFC
13.09.2018

Editöryal işlemler bakanlığı, yazı işleri genel müdürlüğü, yorumsal işler daire başkanlığı, naber nasılsınız hacılar birimi notu: Şimdi ben bu yazıyı yağmurlu bir Perşembe günü, arkada yağmur yağarken sakin sakin okurken ne hislerine kapıldım biliyor musunuz? Vay anasını dedim. Hani film izlersiniz, sonunda acı gerçekleri film yüzünüze çaaaaat diye vurur ya. Hah işte o tür filmlerin, yazıya geçmiş halini gördüm inanın. Tamam yazan kişi kuzenim diye değil. Vallaha. Oturdum editör objektifliğinde, ağzımda pipo – kulağımda klasik müzik ile okudum. Yazı, gerçekleri TARAFSIZ BİR BİÇİMDE “ben sana izleme demiyorum, hobi olarak yine izle” diyerek anlatmış bir bir valla. Bir mimar binaları nasıl tasarlıyorsa, bir yazının da tasarlanması öyle titiz olmalıdır derim. Blog yazılarımı yazmadan bir defterde küçük notlar ile tasarlar, sonra yazıp, bir gün bekleyip, bir daha okuyup öyle yayınlarım. Heh işte demem o ki, hem binaları tasarlamada hem de bu yazıda bir mimarlık örneği görmüş oldum. La tamam hadi övmüyorum başka :D Görüşmek üzere.


Yorumlar