Bloga Hoşgeldin. Burası Hukuk Öğrencilerinin, Hukuk Severlerin ve İyi Niyetli Üçüncü Kişilerin Buluşma Noktası!
Suşi Nasıl Yenmez? Bayram Öyküleri ve Daikon Kardeşler #15
Bağlantıyı al
Facebook
X
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
-
Tendon, Wasabi ve bir tutam acı
Günaydınlaaaar okurum
naber nabin nasılsın? (ya gündüz değil de
gece okuyorsa? Yaaaa bunları düşünmeli insan) Evet malum ülkemizde bir
seçimi daha idrak etmenin mutluluğu ve her seçim nedense sosyal medyada
„sandığa sahip çıkacağız hacı“ veya „%65 ile açtılar ama düşecek o %40lara“
diye umutlu umutlu twit atanların bir anda sessizliğe büründüğü (yav niye siyasete giriyorsun şimdi? Tamam
seçim gecesi Akşener, Temel, İnce hepsi kaybolmuş olabilir. Nedir yani? Biz
gezi yazısı okumak istiyoruz geziiiii [parkı?]) bir seçim atmosferinin
ardından merhabalar efendim. Tabi bu süreçte benim tek gündemim seçim değildi.
Bi ton olay oldu ve üstelik hafta sonu da –inşallah- bir küçük gezimiz var.
Hayır hayır Brombachsee değil. Nazarın değdi gidemedim ona napim. Aman neyse
dur hadi başlayalım. Ne? Konuk yazar mı? Gelecek efendim gelecek dur bi.
Öncelik benim yazılarda :D Siyasete ilişkin bir yazı mı? Valla bilemiyorum… Bu
dönemde en zor şey tarafsız bir siyasi yazı yazmak. Siyaset zaten tarafsız da
olmaz ama neyse. Hadi hadi lafı fazla uzatmadan o sihirli sözcüğü şeyapalım.
Neydi? Evvvvett: Los geht’s! (Hani dizilerde ara bölüm olur ya. Böyle dizide
önemli bir olay öncesi, bi halt olmayan, bol şarkılı, içi boş, flashback ile
dolu ve sırf zaman doldurmalık bölümler… Hah o hisse kapılma. Oku oku :D)
Bayram Çikolatası.
Malum geçtiğimiz günlerde
bir Ramazan Bayramını idrak ettik. Yurtdışında bir bayram nasıl yaşanılır azzz
biraz bir tecrübem vardı. 5 sene önce Erasmus vesilesiyle gittiğim Frankfurt’ta
bir bayramı daha geçirmiştim. O da Ramazan bayramıydı. Ama bununla o çok farklı
oldu işte. O bayramda arkadaşlarım vardı ve bayramın hemen akabinde geri
döneceğimin mutluluğu ile daha az buruk geçmişti o bayram. (Söz konusu bayram:http://iyiniyetliucuncusite.blogspot.com/2014/09/ekstra-beynelmilel-dagarck-1.html) Fakat
işte bu böyle olmadı hacı. Normalde kurban bayramında Türkiye’ye gidip dönerim
diye bir düşüncem vardı fakat hem o dönemde hızlandırılmış dil kursunun olması,
hem de MootCourt [dünya çapında farazi
dava yarışması] olması nedeniyle bu yaz için o planlarımı askıya almış
durumdayım. Ya kışın, ya da gelecek yaz şeyaparım diye ümit ediyorum. Aman işte
neyse, Bayramda sabah erkenden evet yine kalktım. Köyümden (Uttenreuth) Bayram
namazına kadar gidecek otobüs sayısında da azlık nedeniyle binbir çile ile namazımı
kıldıktan, sabah telaşını atlattıktan sonra ofise geldim. Gelirken yoldan bir
çikolata aldım (9 euro ya.. Ben o paraya…
Neyse) kulaklığımdan gelen „bugün bayram“ şarkısı ile birlikte ofise
girdim. Ofistekilere tek tek çikolatalarını verdim. Bayramlarını şeyaptım. Bu
kadar. Bayram serüvenim bitmiştir. Dağılabiliriz. Ha bir de noldu bayramda…
Hımm günün ilerleyen vakitlerinde oturdum tüm ailenin elini FaceTime ile öptüm.
Teknolojinin gelişmesinin faydaları işte ya. Bunun yanında FaceTime imkanı
olmayan halamı amcamı teyzemi falan da whatsapp’tan aradım. Saitle gecenin
birine kadar telefonla Dünya Kupası falan konuştuk. Nick ile öğle yemeğinde
gittik Bu kadar. Bayram böyle bir burukluk içerisindeydi işte. Ha ama
memleketteyken de bayramın tadını almıyorum diye de şikayet ediyordum o başka.
Bence ben mütemadiyen şikayet ediyorum ve bunun üzerine ortamlar değişiyor gibi
:D Siz siz olun bulunduğunuz ortamların ve yakınlarınızın –bilhassa
bayramlarda- kıymetini bilin hacı. Küslüklere son verin. Mutluluk, barış,
sevgi, kardeşlik içerisinde nice bayraml….. [Duyarımı
da kastım, hadi diğer konuya :D] Tabi
bunun akabinde gün içerisinde kendime tatil yaptım. Chie Fune ile Portekiz
İspanya maçını açık hava sinemasında izledik. Hayatımda izlediğim en iyi milli
maçlardan biriydi o ayrı… Maç öncesi DönerBox diye bir şey keşfettim
sayelerinde. Şöyle ki, bir kutu döner, tabanında patates kızartması veya pirinç
pilavı, üstünde döner eti. Ucuz ve acayip lezzetli. 3€ ya… Teşekkürler hacılar J(Sen
nasıl Türksün hacı? Elin Japonu Türk restoranını senden daha iyi biliyor. Ah
ah.)
Daikon ve Gari kardeşler
Sözleştiğimiz üzere
Chie-Fune ikilisi ile bir Japon Restoranı olan Hiro Sakao’ya gittik efendim.
Tabi bende az biraz da heyecan var. Neden? Hayatımda ilk kez suşi yiyeceğim.
Gittim ekşisözlükte falan suşi yenmesiyle alakalı bir kaç yazı okudum. Japonca
itadakimas „afiyet olsun“ demesini öğrendim. Konniçiva, Sayanora ile birlikte
üçüncü kelimem bu oldu. Japoncayı gayet hızlı öğreniyorum :D Yağmur altında
usul usul restorana doğru yol aldım ofisten çıkıp. Yağmur serpiştiriyor ama
kulakta kulaklı ve o kadarcık yağmurla gayet mutlu mesut sessiz sakin restorana
ulaştım (g.tün dondu ama çaktırmıyorsun
de mi :D) Masaya oturduk siparişlerimizi verdik. Ama en çok, suşiden çok,
wasabiyi merak ediyorum hacı. Hani çok acı falan diyorlar. Ben de Birecikli
özgüveni ile „yerim lan sanki ne kadar acı olabilir ki“ diye zihnen kendimi
motive ediyorum falan. Siparişlerimizi verdik, ben Fune’nin tavsiyesi ile
Tendon isimli yemeği sipariş ettim (Aşil
tendonu ehehehe). Önce bir Miso Çorbası geldi. Yosunlu bir çorbaymış. Çok
önyargılı yaklaştığım bu çorbanın tadı aslında fena değildi. Daha sonra Japon
Soya Fasülyesi filizi olan Moyashi geldi. [もやし] geldi. Hacım sevdim bunu da ya.
Bilmiyorum belki genlerimde Japonluk vardır az biraz :D Daha sonra Japon Turpu
Daikon ve Sos olarak Gari geldi. Turpu önce patatesi sandım o ayrı ama
onu da yedim. Fena değildi fakat Gari’yi fazla şeyapmadım (yiyin gaaari ehehehe). Ama asıl yemek olan Tendon geldiğinde, abo
nasıl heyecanlandım. Balığı, salatalığı, biberi, domatesi falan kızartmışlar,
tabanında pirinç pilavı ile koca bir tabak bir şeyler geldi. Elimde çubuklar [hashi] [böyle yazıldığını tahmin ediyorum: 箸] nasıl
yiyeceğimi düşünürken hafiften kullanabilmeye başladım. Tam yemeğe başlarken
yan masadaki Japon ailenin 4-5 yaşındaki çocuğu bizimkilerle Japonca konuşmaya
başladı, sonar bizimkiler bana “konniçiva” de dediler. Dedim. Çocuk eğilerek
Japon usulü selam verdi :D anam çok güzel bir his. Tabi ben yemeğe başladım da
aklıma wasabi geldi. Hacı nerede dedim. Masaya ayrı olarak wasabi getirilmesi
biraz “garip” karşılanırmış fakat yoğun ısrarlarım sonucu bir tabak wasabi
geldi. Ne kadar alayım dedim, Fune gösterdi, yarım bezelye kadar. O kadarcık ne
lan diye düşünürken Fune ağlamaya başladı. La noluyor demeye kalmadı, ben de denedim yarım bezelye
kadar…. Evet acıydı ama hani böyle ohaaaa nasıl acı kadar değildi. Neden? Çünkü
Gari sosuna batırarak yemiştim. Bir de sossuz ve bir bezelye büyüklüğünde yiyem
dedim… (mal) (salak) (ye de gör……..) Bak
hacılar, yıllardan beri acı yiyen, acılı tatbak ile yarışma yapan, üstüne süs
biberi ve isot yiyen adamım. Acılarla büyüdüm diyebilirim ama wasabi başka
bişi. Bak bezelye kadar wasabiyi aldım, ağzıma koydum, üst damağıma değdirdiğim
anda…….. Yüzümden gözümden yaş geldi. Sümüklü sümüklü Fune ile Chie’ye bakar
oldum. Öyle böyle bir acı değil. Bak ciddi diyorum, Urfalı Adanalı Antepli
falan olup da ağzı yanmadan bunu yiyebilecek bir insan evladı yok. Öyle böyle
bir acı. Allah imtihan olarak wasabiyi yaratmış, kullarım cehenneme giderseniz
her yer wasabi mesajı vermiş sanırım. Tam bir işkence aleti. Wasabinin etkisini
10 dakika kadar falan sonra yeşil çay, Gari sosu falan ile azalttıktan sonra [tabi sağ olsunlar bu esnada Chie Fune bana
gülüyorlar o ayrı] Tendonu yemeye koyuldum. Mutlu mesut ve zevkini çıkara
çıkara yedim. Hacım şunu biliyorum artık. Ben yemek yemekten haz alan bir
insanım. Dünyaya yemek için gelmişim. Allah affetsin, “güzel yemek Çin’de de
olsa gidip yiyiniz“ gibi davranıyorum. Yemeğmizi yedik, sohbetimizi yapıp
evlerimize dağıldık. Gelecek haftalarda onları bir Türk restoranına
götüreceğim. Bakalım beğenecekler mi? Bakalım ben beğenecek miyim :D
Asabi olma Wasabi ol eeheheh (fıstıklı dondurma değil hayır)
Sonra hafta sonu oldu
gideyim oyumu kullanayım dedim. Oy kullanacağım şehir yakın, aramız 10 km
falan. Büyükelçilik de oy kullanılacak KÖYE (hacım cidden neden köyde kullanılıyor oy?) servis koymuş. 1
saatte 1 gelen bir otobüs. Fakat sağ olsun tek bilgi şu; Fürth tren istasyonu
yanında 112 nolu otobüs durağı önü. Hacı nerede bu otobüs durağı? Bilen var
bilmeyen var nasıl bulacağız orayı? Adres yok bir halt yok. Zar zor arayıp 30
dakikada falan buldum. Hatta evden çıkış-oy kullan-dön süresi 3.5 saat sürdü
ya. Hepi topu 10 km mesafe. Bisikletle daha hızlı şeyapardım cidden… Neyse
oyumuzu kullandıktan sonra eve dönerken Çilek bahçelerine baka baka trenle
yolculuk yaptım. (buradaki çilek
tarlalarında çocukların girip yiyip çıkması ücretsiz, büyüklerin bu eylemi
gerçekleştirmesi [bakın poşete koymak falan demiyorum. YEMEK] 2€ gibi cüzi bir
ücretmiş. Bizde olsa… Neyse…] Eve döndüm ve o andan itibaren lanetler
başladı :D hacım ilk önce bisikletle tren istasyonundan evime giderken yolda
boğazıma sivrisinek veya üvez (yivez?
Yüvez?) kaçtı… 10-15 dakika falan ölüyor gibi hissettim. Eve zor
attım kendimi. Yüzüm gözüm falan kıp kırmızı oldu. Işığa doğru yürüdüğümü
hissettim. Bitti mi? Hayır. Bir kaç gün sonra eve döndüğümde evde bir ses
duydum. Çiiiiip diye bir ses. Böyle böcek sesi gibi bir ses ama değil. Fakat
tırstım. Hani pencere de açık ve diyorum acaba çekirge falan mı girdi içeriye
diye falan. Birkaç dakika sonra tırsa tırsa odaya doğru ilerledim ve sesin
kaloriferden geldiğini sandım. Ses 30 saniyede bir geliyor ve biiiip gibi bir ses değil. Bip daha efendi
bir ses. Çiiiiiizzzpp sesi. Sonra bir ara ses kesildi. Dedim her halde bir hata
vardı kendini düzeltti :D Sonra tekrar başladı ses… Aradım taradım en son fark
ettim ki yangın sensöründen geliyor ses. Durmuyor. 30 saniyede bir çizzzp sesi
ve gecenin 9u-10u. İşkenceye dönüştü olay. Kafayı yiyeceğim. Google’da aradım,
e efendim pili bitmeye yakın bu uyarıyı veriyor o aygıt yazısı ile karşılaştım.
Youtube’da millet bu sorunla alakalı bir ton video yapmış ve altında bu yangın
sensörüne karşı ne küfürler ne küfürler… İşin garibi ben o videodaki gibi
kapatmayı da beceremedim. Şalter kapatıyorum olmuyor, şarkı açıyorum olmuyor,
tuvalete geçiyorum ses aynı yükseklikte geliyor delireceğim. Gecenin 2-3 üne
kadar uyayamadım ve ses de işkence halini aldı. Elime bir şey alıp kırma fikri
geliyor aklıma ciddi ciddi. Şundan da korkuyorum, bir şey yaparsam tüm binada
bu sensör çalabilir ve itfaiye falan rezillik çıkabilir. Ama delireceğim.
Otobüs olsa atlayıp ofiste yatacağım o derece. En son zar zor kulağıma havuz
gözlüğünden çıkan kulaklığı (1 tane.
Diğerini kaybettim) takıp, diğer kulağımı yastığa dayayıp 2 saat falan
uyudum, 7 gibi yeniden uyandım ama elim ayağım titriyor hacı. Ses tüm gece
devam… Gecenin kaçında üniversiteye mail attım. Şu şekilde kapatabilirsiniz
diye bir metin gönderdiler………… [ŞU AN
KÜFREDİYORUM O SENSÖRE] uğraştım ve pilini çıkarttım. Fakat bir gecem heder
oldu. Bitti mi? Bitmeeeez. Birkaç gün sonra eve geldim makarna yapam dedim.
Ocakta tencereye kettle’dan su koyarken çok az [1/3 çay bardağı] su döküldü elektrikli cam fırına... Şu modern
olanlardan. Normalde bir şey olmaması gerekiyor de mi? Hah 30 saniye sonra
kablo yanığı kokusu gelmeye başladı, hemen sonra da şalter attı. Aha dedim
sıçtık. Aradım babama amcama sordum, biraz kurusun dene; olmazsa tamirci lazım
dediler. 2-3 saat sonra denedim. Dener denemez yine şalter attı. O gün aç
kaldım, salça ekmek şeyaptım :D ama sorun aç kalmak değil, fırındı. Allah bilir
kaç para tutacaktı. Sabah bir daha denerim, o esnada videoya çekerim,
üniversite yurt müdürlüğüne de mail atarım dedim. [AYRICA O SABAH PANTOLONU GİYERKEN YEPYENİ PANTOLON DURDUK YERE
YIRTILDI. LANET DEVAM] Video aşağıda… O sahne yaşandıktan sonra ben Yusuf
Yusuf. Hemen üniversiteye özür mesajları falan. Ne kadarsa öderiz vs. dedikten
sonra beni bir tamirciye yönlendirdi, onla konuştuk mailleştik, video
gönderdim, arada yanlış anlaşılmalar falan oldu, önce fırında bir sorun yok vs
dedikten sonra nihayetinde şu sonuç çıktı: Ocak tamiri daha pahalı, hepten
komple tamamen tümden değişmesi lazım… 1000 küsur €. Dedim aha sıçtık, gidim
taksicilik falan yapam… (sadaka ver abi
sadaka. Abooo) [Sonraları bir mutlu yanıt daha üniversitemden: ocak masrafı
üniversitenizce karşılanacaktır JJJ Ben mutlu. Ben minnettar. Ben huzurlu. Ben süper mutlu. Ben Allah razı
olsun modunda. Ben… Hemen bir teşekkür maili attım. I <3 FAU :D] [hacım
bizde olsa bana kitlerlerdi o ocağı ya… Cidden öyle sevindim ki]Gittim
sadakamı falan verdim. Daha huzurluyum artık. Cidden ama cidden sadakanın
gücüne çok inanıyorum. [Ek bilgi: Paula
ile Almanya – İsveç maçını izledik. O maçta 90+5’te atılan gol anını videoya
çektim. Anam ne maçtı ya… Maç sonrası Almanlar konvoya çıktı :D Kim öğretmiştir
sizce?] [Not: Paula borcunu ödemedi hala :/ Ödesene lan.. 11€ kolay mı
kazanılıyor???]
Son olarak Bayramda
oturduk Nick ile uzunca bir siyasi sohbet yaptık. Dünya ve Avrupa siyaseti
merkezinde idi. Mesela şunu gözlemledim, Bavyera’lılar kendini üstün görüyor ve
ayrılmaya soğuk bakmıyorlar uzun vadede. Keza şöyle bir şey varmış, Almanya’da
toplam 1.6 milyon silahlanan sivil varmış. Ben bu rakamın yüksekliğine çok
şaşırdım. Ha tamam bir ABD gibi yüksek oranda kullanım yok fakat Almanya’da da
böyle bir yüksek rakam açıkçası. Tabi bir de konu gele gele „Almanlar bizi
kıskanıyor“ olayına geldi. Nick’in bundan haberi yokmuş. Söyleyince, biz sizin
yollarınızı niye kıskanalım ki? Belki de Dünya’nın en iyi otobanları Almanya’da
dedi (haklı, en iyi otoban burada).
Sonra bizdeki otoban kelimesinin Almanca’dan geldiğini öğrenince kıskanma
konusunu kapattık J Ama şaka maka kendi gündemlerinde bizde konuşulan „Almanya
bizi kıskanıyor“ tezi hiç yok. Daha doğrusu basında bizim bunları konuştuğumuz,
vurguladığımız, vurgulandığı mevcut değilmiş. [Anladın beni işte ya… Anlamadın mı? Yav işte bizi kıskandıklarından
haberleri yok özetle] [Bak bi de geçtiğimiz yazılardan birinde şunu demiştim,
Paula ile tartışmıştık hani, işte Mussolini, Stalin, Churchill, Roosevelt gibi
liderlerin de aslında suçsuz olmadığını konuşmuktuk]. Bunu Chie-Fune, Nick
ve Chris ile de konuştum ve bu görüş çok yeni olmakla birlikte, çok az da olsa
yaygınlaşmaya başlamış. Herkes biliyor Churchill tarafından verilen emirle
Dresden’de 200bin masum insanın barış anlaşmasından 3 gün önce öldürülüp, şehrin
dümdüz edildiğini. Herkes biliyor Hiroşima Nagazaki’de yapılanları. Japon
arkadaşlar Hiroşima Nagazaki’den önce savaşa girilmesi nedeniyle kendisini
suçlu gören Japon halkından bahsetti ve inanın çok şaşırdım. E işte biz de
Kamikazeler ile Amerikalılara dalmışız falan dediler. Cidden şaşırdım. Onunla
birlikte Chris şundan bahsetti: Chris’in dedeleri Polonya’da yaşayan
Almanlarmış. Ruslar 2. Dünya Savaşı esnasında o bölgeye geldiğinde binlerce
insana tecavüz etmiş, öldürmüş, işkence etmiş. [Diyebilirsin, bu bir savaş ve olması normal diye. Benim vurgum şuna.
Sanki bunları Alman askerleri sadece yapmış gibi davranılıyor, diğer ülke
askerleri sanki bir melek. Tepkim buna] Hatta Chris’in babasının
halalarından birine bir gece boyunca Rus askerler tecavüz etmiş ve akabinde
büyük halası intihar etmiş. Gerçekten ama gerçekten çok büyük dramlar.
Allah
insanlığa bu savaşları, sıkıntıları yaşatmasın. Mevcut olan Suriye gibi tüm
Dünya’daki savaşları da sona erdirsin… Görüşmek üzere!
Miso Suppe ve sol üstte fasülye filizi. Hayır o kahverengi şey küp şeker değil.
Yorumlar
Yorum Gönder