Suşi Nasıl Yenmez? Bayram Öyküleri ve Daikon Kardeşler #15


Tendon, Wasabi ve bir tutam acı
Günaydınlaaaar okurum naber nabin nasılsın? (ya gündüz değil de gece okuyorsa? Yaaaa bunları düşünmeli insan) Evet malum ülkemizde bir seçimi daha idrak etmenin mutluluğu ve her seçim nedense sosyal medyada „sandığa sahip çıkacağız hacı“ veya „%65 ile açtılar ama düşecek o %40lara“ diye umutlu umutlu twit atanların bir anda sessizliğe büründüğü (yav niye siyasete giriyorsun şimdi? Tamam seçim gecesi Akşener, Temel, İnce hepsi kaybolmuş olabilir. Nedir yani? Biz gezi yazısı okumak istiyoruz geziiiii [parkı?]) bir seçim atmosferinin ardından merhabalar efendim. Tabi bu süreçte benim tek gündemim seçim değildi. Bi ton olay oldu ve üstelik hafta sonu da –inşallah- bir küçük gezimiz var. Hayır hayır Brombachsee değil. Nazarın değdi gidemedim ona napim. Aman neyse dur hadi başlayalım. Ne? Konuk yazar mı? Gelecek efendim gelecek dur bi. Öncelik benim yazılarda :D Siyasete ilişkin bir yazı mı? Valla bilemiyorum… Bu dönemde en zor şey tarafsız bir siyasi yazı yazmak. Siyaset zaten tarafsız da olmaz ama neyse. Hadi hadi lafı fazla uzatmadan o sihirli sözcüğü şeyapalım. Neydi? Evvvvett: Los geht’s! (Hani dizilerde ara bölüm olur ya. Böyle dizide önemli bir olay öncesi, bi halt olmayan, bol şarkılı, içi boş, flashback ile dolu ve sırf zaman doldurmalık bölümler… Hah o hisse kapılma. Oku oku :D)

Bayram Çikolatası.
Malum geçtiğimiz günlerde bir Ramazan Bayramını idrak ettik. Yurtdışında bir bayram nasıl yaşanılır azzz biraz bir tecrübem vardı. 5 sene önce Erasmus vesilesiyle gittiğim Frankfurt’ta bir bayramı daha geçirmiştim. O da Ramazan bayramıydı. Ama bununla o çok farklı oldu işte. O bayramda arkadaşlarım vardı ve bayramın hemen akabinde geri döneceğimin mutluluğu ile daha az buruk geçmişti o bayram. (Söz konusu bayram: http://iyiniyetliucuncusite.blogspot.com/2014/09/ekstra-beynelmilel-dagarck-1.html) Fakat işte bu böyle olmadı hacı. Normalde kurban bayramında Türkiye’ye gidip dönerim diye bir düşüncem vardı fakat hem o dönemde hızlandırılmış dil kursunun olması, hem de MootCourt [dünya çapında farazi dava yarışması] olması nedeniyle bu yaz için o planlarımı askıya almış durumdayım. Ya kışın, ya da gelecek yaz şeyaparım diye ümit ediyorum. Aman işte neyse, Bayramda sabah erkenden evet yine kalktım. Köyümden (Uttenreuth) Bayram namazına kadar gidecek otobüs sayısında da azlık nedeniyle binbir çile ile namazımı kıldıktan, sabah telaşını atlattıktan sonra ofise geldim. Gelirken yoldan bir çikolata aldım (9 euro ya.. Ben o paraya… Neyse) kulaklığımdan gelen „bugün bayram“ şarkısı ile birlikte ofise girdim. Ofistekilere tek tek çikolatalarını verdim. Bayramlarını şeyaptım. Bu kadar. Bayram serüvenim bitmiştir. Dağılabiliriz. Ha bir de noldu bayramda… Hımm günün ilerleyen vakitlerinde oturdum tüm ailenin elini FaceTime ile öptüm. Teknolojinin gelişmesinin faydaları işte ya. Bunun yanında FaceTime imkanı olmayan halamı amcamı teyzemi falan da whatsapp’tan aradım. Saitle gecenin birine kadar telefonla Dünya Kupası falan konuştuk. Nick ile öğle yemeğinde gittik Bu kadar. Bayram böyle bir burukluk içerisindeydi işte. Ha ama memleketteyken de bayramın tadını almıyorum diye de şikayet ediyordum o başka. Bence ben mütemadiyen şikayet ediyorum ve bunun üzerine ortamlar değişiyor gibi :D Siz siz olun bulunduğunuz ortamların ve yakınlarınızın –bilhassa bayramlarda- kıymetini bilin hacı. Küslüklere son verin. Mutluluk, barış, sevgi, kardeşlik içerisinde nice bayraml….. [Duyarımı da kastım, hadi diğer konuya :D]  Tabi bunun akabinde gün içerisinde kendime tatil yaptım. Chie Fune ile Portekiz İspanya maçını açık hava sinemasında izledik. Hayatımda izlediğim en iyi milli maçlardan biriydi o ayrı… Maç öncesi DönerBox diye bir şey keşfettim sayelerinde. Şöyle ki, bir kutu döner, tabanında patates kızartması veya pirinç pilavı, üstünde döner eti. Ucuz ve acayip lezzetli. 3€ ya… Teşekkürler hacılar J (Sen nasıl Türksün hacı? Elin Japonu Türk restoranını senden daha iyi biliyor. Ah ah.)

Daikon ve Gari kardeşler
Sözleştiğimiz üzere Chie-Fune ikilisi ile bir Japon Restoranı olan Hiro Sakao’ya gittik efendim. Tabi bende az biraz da heyecan var. Neden? Hayatımda ilk kez suşi yiyeceğim. Gittim ekşisözlükte falan suşi yenmesiyle alakalı bir kaç yazı okudum. Japonca itadakimas „afiyet olsun“ demesini öğrendim. Konniçiva, Sayanora ile birlikte üçüncü kelimem bu oldu. Japoncayı gayet hızlı öğreniyorum :D Yağmur altında usul usul restorana doğru yol aldım ofisten çıkıp. Yağmur serpiştiriyor ama kulakta kulaklı ve o kadarcık yağmurla gayet mutlu mesut sessiz sakin restorana ulaştım (g.tün dondu ama çaktırmıyorsun de mi :D) Masaya oturduk siparişlerimizi verdik. Ama en çok, suşiden çok, wasabiyi merak ediyorum hacı. Hani çok acı falan diyorlar. Ben de Birecikli özgüveni ile „yerim lan sanki ne kadar acı olabilir ki“ diye zihnen kendimi motive ediyorum falan. Siparişlerimizi verdik, ben Fune’nin tavsiyesi ile Tendon isimli yemeği sipariş ettim (Aşil tendonu ehehehe). Önce bir Miso Çorbası geldi. Yosunlu bir çorbaymış. Çok önyargılı yaklaştığım bu çorbanın tadı aslında fena değildi. Daha sonra Japon Soya Fasülyesi filizi olan Moyashi geldi. [もや] geldi. Hacım sevdim bunu da ya. Bilmiyorum belki genlerimde Japonluk vardır az biraz :D Daha sonra Japon Turpu Daikon ve Sos olarak Gari geldi. Turpu önce patatesi sandım o ayrı ama onu da yedim. Fena değildi fakat Gari’yi fazla şeyapmadım (yiyin gaaari ehehehe). Ama asıl yemek olan Tendon geldiğinde, abo nasıl heyecanlandım. Balığı, salatalığı, biberi, domatesi falan kızartmışlar, tabanında pirinç pilavı ile koca bir tabak bir şeyler geldi. Elimde çubuklar [hashi] [böyle yazıldığını tahmin ediyorum: ] nasıl yiyeceğimi düşünürken hafiften kullanabilmeye başladım. Tam yemeğe başlarken yan masadaki Japon ailenin 4-5 yaşındaki çocuğu bizimkilerle Japonca konuşmaya başladı, sonar bizimkiler bana “konniçiva” de dediler. Dedim. Çocuk eğilerek Japon usulü selam verdi :D anam çok güzel bir his. Tabi ben yemeğe başladım da aklıma wasabi geldi. Hacı nerede dedim. Masaya ayrı olarak wasabi getirilmesi biraz “garip” karşılanırmış fakat yoğun ısrarlarım sonucu bir tabak wasabi geldi. Ne kadar alayım dedim, Fune gösterdi, yarım bezelye kadar. O kadarcık ne lan diye düşünürken Fune ağlamaya başladı. La noluyor demeye kalmadı, ben de denedim yarım bezelye kadar…. Evet acıydı ama hani böyle ohaaaa nasıl acı kadar değildi. Neden? Çünkü Gari sosuna batırarak yemiştim. Bir de sossuz ve bir bezelye büyüklüğünde yiyem dedim… (mal) (salak) (ye de gör……..) Bak hacılar, yıllardan beri acı yiyen, acılı tatbak ile yarışma yapan, üstüne süs biberi ve isot yiyen adamım. Acılarla büyüdüm diyebilirim ama wasabi başka bişi. Bak bezelye kadar wasabiyi aldım, ağzıma koydum, üst damağıma değdirdiğim anda…….. Yüzümden gözümden yaş geldi. Sümüklü sümüklü Fune ile Chie’ye bakar oldum. Öyle böyle bir acı değil. Bak ciddi diyorum, Urfalı Adanalı Antepli falan olup da ağzı yanmadan bunu yiyebilecek bir insan evladı yok. Öyle böyle bir acı. Allah imtihan olarak wasabiyi yaratmış, kullarım cehenneme giderseniz her yer wasabi mesajı vermiş sanırım. Tam bir işkence aleti. Wasabinin etkisini 10 dakika kadar falan sonra yeşil çay, Gari sosu falan ile azalttıktan sonra [tabi sağ olsunlar bu esnada Chie Fune bana gülüyorlar o ayrı] Tendonu yemeye koyuldum. Mutlu mesut ve zevkini çıkara çıkara yedim. Hacım şunu biliyorum artık. Ben yemek yemekten haz alan bir insanım. Dünyaya yemek için gelmişim. Allah affetsin, “güzel yemek Çin’de de olsa gidip yiyiniz“ gibi davranıyorum. Yemeğmizi yedik, sohbetimizi yapıp evlerimize dağıldık. Gelecek haftalarda onları bir Türk restoranına götüreceğim. Bakalım beğenecekler mi? Bakalım ben beğenecek miyim :D
Asabi olma Wasabi ol eeheheh (fıstıklı dondurma değil hayır)

Sonra hafta sonu oldu gideyim oyumu kullanayım dedim. Oy kullanacağım şehir yakın, aramız 10 km falan. Büyükelçilik de oy kullanılacak KÖYE (hacım cidden neden köyde kullanılıyor oy?) servis koymuş. 1 saatte 1 gelen bir otobüs. Fakat sağ olsun tek bilgi şu; Fürth tren istasyonu yanında 112 nolu otobüs durağı önü. Hacı nerede bu otobüs durağı? Bilen var bilmeyen var nasıl bulacağız orayı? Adres yok bir halt yok. Zar zor arayıp 30 dakikada falan buldum. Hatta evden çıkış-oy kullan-dön süresi 3.5 saat sürdü ya. Hepi topu 10 km mesafe. Bisikletle daha hızlı şeyapardım cidden… Neyse oyumuzu kullandıktan sonra eve dönerken Çilek bahçelerine baka baka trenle yolculuk yaptım. (buradaki çilek tarlalarında çocukların girip yiyip çıkması ücretsiz, büyüklerin bu eylemi gerçekleştirmesi [bakın poşete koymak falan demiyorum. YEMEK] 2€ gibi cüzi bir ücretmiş. Bizde olsa… Neyse…] Eve döndüm ve o andan itibaren lanetler başladı :D hacım ilk önce bisikletle tren istasyonundan evime giderken yolda boğazıma sivrisinek veya üvez (yivez? Yüvez?) kaçtı… 10-15 dakika falan ölüyor gibi hissettim. Eve zor attım kendimi. Yüzüm gözüm falan kıp kırmızı oldu. Işığa doğru yürüdüğümü hissettim. Bitti mi? Hayır. Bir kaç gün sonra eve döndüğümde evde bir ses duydum. Çiiiiip diye bir ses. Böyle böcek sesi gibi bir ses ama değil. Fakat tırstım. Hani pencere de açık ve diyorum acaba çekirge falan mı girdi içeriye diye falan. Birkaç dakika sonra tırsa tırsa odaya doğru ilerledim ve sesin kaloriferden geldiğini sandım. Ses 30 saniyede bir geliyor ve biiiip gibi bir ses değil. Bip daha efendi bir ses. Çiiiiiizzzpp sesi. Sonra bir ara ses kesildi. Dedim her halde bir hata vardı kendini düzeltti :D Sonra tekrar başladı ses… Aradım taradım en son fark ettim ki yangın sensöründen geliyor ses. Durmuyor. 30 saniyede bir çizzzp sesi ve gecenin 9u-10u. İşkenceye dönüştü olay. Kafayı yiyeceğim. Google’da aradım, e efendim pili bitmeye yakın bu uyarıyı veriyor o aygıt yazısı ile karşılaştım. Youtube’da millet bu sorunla alakalı bir ton video yapmış ve altında bu yangın sensörüne karşı ne küfürler ne küfürler… İşin garibi ben o videodaki gibi kapatmayı da beceremedim. Şalter kapatıyorum olmuyor, şarkı açıyorum olmuyor, tuvalete geçiyorum ses aynı yükseklikte geliyor delireceğim. Gecenin 2-3 üne kadar uyayamadım ve ses de işkence halini aldı. Elime bir şey alıp kırma fikri geliyor aklıma ciddi ciddi. Şundan da korkuyorum, bir şey yaparsam tüm binada bu sensör çalabilir ve itfaiye falan rezillik çıkabilir. Ama delireceğim. Otobüs olsa atlayıp ofiste yatacağım o derece. En son zar zor kulağıma havuz gözlüğünden çıkan kulaklığı (1 tane. Diğerini kaybettim) takıp, diğer kulağımı yastığa dayayıp 2 saat falan uyudum, 7 gibi yeniden uyandım ama elim ayağım titriyor hacı. Ses tüm gece devam… Gecenin kaçında üniversiteye mail attım. Şu şekilde kapatabilirsiniz diye bir metin gönderdiler………… [ŞU AN KÜFREDİYORUM O SENSÖRE] uğraştım ve pilini çıkarttım. Fakat bir gecem heder oldu. Bitti mi? Bitmeeeez. Birkaç gün sonra eve geldim makarna yapam dedim. Ocakta tencereye kettle’dan su koyarken çok az [1/3 çay bardağı] su döküldü elektrikli cam fırına... Şu modern olanlardan. Normalde bir şey olmaması gerekiyor de mi? Hah 30 saniye sonra kablo yanığı kokusu gelmeye başladı, hemen sonra da şalter attı. Aha dedim sıçtık. Aradım babama amcama sordum, biraz kurusun dene; olmazsa tamirci lazım dediler. 2-3 saat sonra denedim. Dener denemez yine şalter attı. O gün aç kaldım, salça ekmek şeyaptım :D ama sorun aç kalmak değil, fırındı. Allah bilir kaç para tutacaktı. Sabah bir daha denerim, o esnada videoya çekerim, üniversite yurt müdürlüğüne de mail atarım dedim. [AYRICA O SABAH PANTOLONU GİYERKEN YEPYENİ PANTOLON DURDUK YERE YIRTILDI. LANET DEVAM] Video aşağıda… O sahne yaşandıktan sonra ben Yusuf Yusuf. Hemen üniversiteye özür mesajları falan. Ne kadarsa öderiz vs. dedikten sonra beni bir tamirciye yönlendirdi, onla konuştuk mailleştik, video gönderdim, arada yanlış anlaşılmalar falan oldu, önce fırında bir sorun yok vs dedikten sonra nihayetinde şu sonuç çıktı: Ocak tamiri daha pahalı, hepten komple tamamen tümden değişmesi lazım… 1000 küsur €. Dedim aha sıçtık, gidim taksicilik falan yapam… (sadaka ver abi sadaka. Abooo) [Sonraları bir mutlu yanıt daha üniversitemden: ocak masrafı üniversitenizce karşılanacaktır J J J Ben mutlu. Ben minnettar. Ben huzurlu. Ben süper mutlu. Ben Allah razı olsun modunda. Ben… Hemen bir teşekkür maili attım. I <3 FAU :D] [hacım bizde olsa bana kitlerlerdi o ocağı ya… Cidden öyle sevindim ki]          Gittim sadakamı falan verdim. Daha huzurluyum artık. Cidden ama cidden sadakanın gücüne çok inanıyorum. [Ek bilgi: Paula ile Almanya – İsveç maçını izledik. O maçta 90+5’te atılan gol anını videoya çektim. Anam ne maçtı ya… Maç sonrası Almanlar konvoya çıktı :D Kim öğretmiştir sizce?] [Not: Paula borcunu ödemedi hala :/ Ödesene lan.. 11€ kolay mı kazanılıyor???]

Son olarak Bayramda oturduk Nick ile uzunca bir siyasi sohbet yaptık. Dünya ve Avrupa siyaseti merkezinde idi. Mesela şunu gözlemledim, Bavyera’lılar kendini üstün görüyor ve ayrılmaya soğuk bakmıyorlar uzun vadede. Keza şöyle bir şey varmış, Almanya’da toplam 1.6 milyon silahlanan sivil varmış. Ben bu rakamın yüksekliğine çok şaşırdım. Ha tamam bir ABD gibi yüksek oranda kullanım yok fakat Almanya’da da böyle bir yüksek rakam açıkçası. Tabi bir de konu gele gele „Almanlar bizi kıskanıyor“ olayına geldi. Nick’in bundan haberi yokmuş. Söyleyince, biz sizin yollarınızı niye kıskanalım ki? Belki de Dünya’nın en iyi otobanları Almanya’da dedi (haklı, en iyi otoban burada). Sonra bizdeki otoban kelimesinin Almanca’dan geldiğini öğrenince kıskanma konusunu kapattık J Ama şaka maka kendi gündemlerinde bizde konuşulan „Almanya bizi kıskanıyor“ tezi hiç yok. Daha doğrusu basında bizim bunları konuştuğumuz, vurguladığımız, vurgulandığı mevcut değilmiş. [Anladın beni işte ya… Anlamadın mı? Yav işte bizi kıskandıklarından haberleri yok özetle] [Bak bi de geçtiğimiz yazılardan birinde şunu demiştim, Paula ile tartışmıştık hani, işte Mussolini, Stalin, Churchill, Roosevelt gibi liderlerin de aslında suçsuz olmadığını konuşmuktuk]. Bunu Chie-Fune, Nick ve Chris ile de konuştum ve bu görüş çok yeni olmakla birlikte, çok az da olsa yaygınlaşmaya başlamış. Herkes biliyor Churchill tarafından verilen emirle Dresden’de 200bin masum insanın barış anlaşmasından 3 gün önce öldürülüp, şehrin dümdüz edildiğini. Herkes biliyor Hiroşima Nagazaki’de yapılanları. Japon arkadaşlar Hiroşima Nagazaki’den önce savaşa girilmesi nedeniyle kendisini suçlu gören Japon halkından bahsetti ve inanın çok şaşırdım. E işte biz de Kamikazeler ile Amerikalılara dalmışız falan dediler. Cidden şaşırdım. Onunla birlikte Chris şundan bahsetti: Chris’in dedeleri Polonya’da yaşayan Almanlarmış. Ruslar 2. Dünya Savaşı esnasında o bölgeye geldiğinde binlerce insana tecavüz etmiş, öldürmüş, işkence etmiş. [Diyebilirsin, bu bir savaş ve olması normal diye. Benim vurgum şuna. Sanki bunları Alman askerleri sadece yapmış gibi davranılıyor, diğer ülke askerleri sanki bir melek. Tepkim buna] Hatta Chris’in babasının halalarından birine bir gece boyunca Rus askerler tecavüz etmiş ve akabinde büyük halası intihar etmiş. Gerçekten ama gerçekten çok büyük dramlar. 

Allah insanlığa bu savaşları, sıkıntıları yaşatmasın. Mevcut olan Suriye gibi tüm Dünya’daki savaşları da sona erdirsin… Görüşmek üzere!
Miso Suppe ve sol üstte fasülye filizi. Hayır o kahverengi şey küp şeker değil.


Yorumlar