 |
Bizim bayrak nerede? Kalbimizde :) |
Evet ya gerçekten çok saçma değil mi? Yani bir
ilden diğer ile gitmek için vize mi gerekliymiş? Hadi canım? Leyla ile Mecnun
dizisinde Kırklareli vizesi alması gibi (https://www.youtube.com/watch?v=VEmHwYOX3xo) mi? Yazalı...... Aaaaa okurum gelmiş :D Naber
hacı ne var ne yok? Nabim ya ben de araştıracağım bir konu için şizofrenik bir
tartışma içerisindeydim ama sorun yok yazacağım onu da... Aman neyse boşver ya.
Sen naptın nettin anlat hele? Sahil kumsal falan mı? Oh ya cidden tatil sana
güzel. Gez hacı gez. Hayat gezmemek için çok kısa. “Bogün varııız yarın yoğuz” demişler
ehehe. Evet tamam gevezelik yaptım tamam farkındayım. Napak hacı muhabbet
edesim geldi. Den Haag gezisinin son kısmını şeyaparak yazı dizisini sona
erdirip tatile gidiyordu blog evet ama gezi yazıları için tatil. Onun dışında
yine yazacağım ya ayıpsın (yazmadı). Lakin
(lakin ne la? Larin? Beşiktaş?) blogun
anahtarı Yunus’ta. (Vallaha sataram blogu
haa. Şurada 141-142 başsınız sesi geliyor Yunus’tan :D).
 |
Fune iptal :/ |
Yine biraz havadis vererek
başlayalım. Fakat bu havadisler tabi ki Den Haag gezisinden sonra gerçekleşen olaylar.
Dolayısıyla bu zaman çizgisini göz önünde bulundur lütfen. Yazıyı 16 Temmuz’da
yazmaktayım. Ona göre hesap et. Efendim dil
kursum sona erdi ve sınıfta Japon arkadaşların ardından 89 puanla B1.1 kurunu
bitirdim. (Wuhuuuu. Seksen dokuz almış
lan. Kimden kopya çektin doğru söyle :D Hadi la inanmam sen kendin yapamazsın.)
Benim için de, insanlık için de küçük bir adım. Şunu fark ettim, Japonlar
ne çalışıyor hacı ya. Bak beni bilen bilir, çalışkan adamımdır. Bu Japon
arkadaşların yanında kendimi tembelsin lan diyerek azarladım (şizofreni) [ek bilgi, Japon arkadaş Chie
hayatımda kimseye yalan söylemedim, kimse de bana yalan söylemedi dedi. Evet.
Dil kursunda tartışma konusu “size söylenen bir yalanı anlatın” idi. Kız “kimse
bana yalan söylemedi ki” dedi.... Sonra yalan olarak da sınıfa, benim ona “en
tembel Japon sen misin ehehehe” dememi anlattı :/ olum çok nayif lan]. İşte
hah ben de bu Japon arkadaşları yoldan çıkartayım diye dedim kalkın hacılar
Türk Restoranına gidiyoruz ve ben şeyapıyorum. Ödüyorum. (Sen? Ismarlama? Fincan geni? Sen? Ismarladın? Yok artık!) Tamam
dediler ve anlaştığımız üzere tren istasyonunda buluştuk, istikamet Nürnberg
dedik. [Chie son anda programsal
problemleri nedeniyle şeyapamadı. Kendisi kaybetti]
Trenimize atladık Nürnberg'e gittik, sonra internette araştırma neticesinde en mantıklı tercih olan [en yüksek puanlı] (en ucuz :D) Mevlana
Restaurant’a gidelim dedik. Gittik oturduk, hacı garson Türkçesiz biri. Türk
ama anlamıyor ya. Uzun uzun fındık lahmacunu, kuşbaşı etini falan tarif ettim
düşün... Neyse yemeğimiz geldi, tadını çıkara çıkara yedim. Benim yorumum...
Şimdi bak ben Antep’te Birecik’te etin kıralını [evet kıral] yemiş adamım. (DİKKAT REKLAMLAAAAR) Metanet ve
Kelebek’te beyran ve beyin-göz kavurma, Zekeriya Usta’da katmer, Çulcuoğlu’nda
kuşbaşı ve o yemekten sonra gelen fıstıklı Kadayıf, İmam Çağdaş’ta Ali Nazik,
Çelebioğulları’nda baklava [hayır Koçak
değil], Ciğerci Mamoş’ta ciğer, Köşk’te kavurma, Cevdet’te Haşhaş kebabı, İnci
Kasabı’nda taraklık ve İkizler’de Künefe yemiş adamım. (canım çekti lan) (kaç para aldın bu reklamlara söyle hele) Bir nevi
nirvanaları görmüş bir insanım, hah işte onla kıyaslayınca 10 üzerinden 2
verdim bu yere. Almanya ortalamasının bir tık üzerinde, Türkiye ortalamasının
bir tık altında. Maksat etsel ihtiyacımızı gidermiş olduk. Amaaaaa Fune bir
beğendi kebabı. Anam bildiğin kendinden geçti ya la. Hayatımda yediğim en güzel
etlerden biri falan dedi. (Onu Cevdet’te
hayal edemiyorum. Ölür). En çok da tavuk şişi sevmiş :/ Bilemiyorum...
Neyse Fune’nin gözlerindeki o mutluluğu gördükten sonra ben daha da bir mutlu
oldum. Yemekten kalkıp dönerken kendisi de hadi haftaya Japon Restoranı’na
gidelim, ben ödüyorum dedi. Direkt kabul ettim. 3 gün bir şey yemeden gideceğim
oraya :D Akabinde Sıtarbakıs’tan Günther yazılı içeceğimi alıp Erlangen’e
döndük. Hikaye bu kadar, şimdi Den Haag zamanı. Olaylar olaylar!
 |
Anam nasıl havalı |
En son nerede kalmıştık? Evet
en son ikinci gün sona ermiş ve son güne uyanıyorduk. Sonra da Erlangen
yolları. Sabah yine erkenden ve takım elbiseye bürünerek [45 derece sıcak ve güneş], beynim yanar ve düşünemez vaziyette
kahvaltımı yaptım, [evet yine tek]
sonra resepsiyona inip çıkışı gerçekleştirip ilk durağımız olan EuroJust’a
gittik. Nedir bu EuroJust? Ne işe yarar? Ne işe yaramaz? Şöyle ki, 2002
yılından itibaren Avrupa Birliğine üye devletler arasında, bilhassa örgütlü
suçlar açısından, yargısal işbirliğini sağlamak ve kolluk kuvvetleri-yargı
mercileri ve ülkeler arasında yargısal bağlantı kurmak amaçlı kurulmuş olan bir
yapı. Yeni faaliyete geçmesinin yanında, gittiğimiz tüm kurumlar arasında bizi
en sıcak karşılayan kurum oldu. İsmimize özel yaka kartları, kalemler,
defterler falan derken baya baya havaya girdik komple. Sunum yapılacak odaya
girince özel fotoğrafçı falan geldi düşünün artık. Organizasyonun yapısı ve
gerçekleştirdikleri operasyonlar hakkında bilgi verildi uzunca. Avrupa Ekonomik
Topluluğunda olup da gözlemci üyeler arasında olmayan ülke kim tahmin edin? Baş
harfi Tü..... Evet. Dışişleri Bakanlığı sitesinde “zaman zaman Bakanlıkça
katılım sağlandığı” bildirilse de, EuroJust hakkında en son toplantı, “Türkiye
ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Adli İşbirliği Uygulamaları ve Eurojust”
konusunda 18-19 Ocak 2010 tarihlerinde Antalya'da 120 hakim ve Cumhuriyet
savcısının katılımı ile gerçekleştirilmiş. Yorumsuz. EuroJust bütçesi 2017’de
49 milyon € imiş ve bütçe tahmini %98 olarak gerçekleştirdik diye övündü
görevli sunum esnasında. 2018 bütçesini 38 milyon €’ya düşürmüşler. Üzüldüm. (Niye lan? Sanki sana vereceklerdi. Peh).
Şimdi bana daha ayrıntılı bilgi ver, napılır nedilir, İtalya’da hangi mafyayı
çökertmiş falan diye soracak olursan link şurada ve lütfen okuyunuz efendim: http://www.eurojust.europa.eu/Pages/home.aspx).
Onun dışında verdikleri sunumu da istersen bir mail atman yeterli. Mail
adresim? muslumfc@hotmail.com (Peeeh hotmail kullanıyor. Fakir).
 |
Jana bakışı –temsili- |
EuroJust’tan çıktıktan sonra öğle
molası verildi, işin garibi şöyle bir şey var. Hacılar şimdi bir sonraki yeri
de ziyaret ettikten sonra hemen yola çıkacakmışız ve bu nedenle otobüs
şoförümüz de bu periyotta uyuyacakmış. Hah bir önceki gece ben onu çok yanlış
anlamışım. Öğle arası Jana’ya “otobüs şeyolmayacak” mı ve “sonra napacağız”
sorularını sorunca yüzüme attığı bakışı unutamam ama GIF olarak gösterebilirim :D dövecekti lan. [Napayım? İnsan yanlış anlayamaz mı? Gece beynim çalışmıyordu bir ara
ve anlamamış olabilirim. Nico ile ayrı ayrı izah etmiş de olabilirsiniz ama
beynim tatile gitti napabilirim?] Sırtıma sırt çantasını yükleyip (bak yarım yamalak anlamışım, çünkü sırt
çantasına kumsallık şortumu falan koydum onu biliyorum...) (koymayı
unutmuşum... İleride anlatacağım rezaleti :/ ölem) öğle yemeği yiyeceğimiz
restoran için kafilenin peşine takıldım. F5 olarak gittik oturduk, garson
geldi... Jeremain Lens’e acayip benzeyen ama bir tık uzunu bir garson. Bana
direkt Türk müsün? Dedi. Evet nereden anladın dedim. E benim arkadaşımın adı da
Müslüm dedi. Oha hangi şehirden dedim. Diyarbakır dedi. Sonra bildiğin ikimiz
muhabbet ettik [önceki yazıda biraz
anlatmıştım ya]. “Hangi takımlısın” dedi, “Come to Beşiktaş” dedim, “Galatasaray’ı
tutuyorum” dedi, “ama bizde de Babel ve Lens var Hollandalı gel bizi tut”
dedim, “Fatih Terim daha winner –kupa kazanıyor- ama Beşiktaş daha iyi oynuyor
ve hocanız çok iyi. Ancak daha öncesinde çok başarısızdınız hacı” dedi. Sonra
bana Türkçe olarak Teşekkür ederim, Afiyet Olsun, Nasılsın, Günaydın dedi.
Gözlerimden yaş geldi bir tutam ve böylece muhabbet sona erdi. Vejataryen Wrap
istedim. (Ispanaklı dürüm ya) garson ekstradan
olarak patates kızartması da getirdi :/ Daha da duygulandım, sarıldık, ağladık.
:/ :/ [ben o patatesleri Laura’ya ait
sanıyordum yemek boyunca. Laura ben doyduktan sonra bana söyledi :/ Jana yedi
:D]
 |
EuroJust defteri kalemi... Bedava ^^ |
Yemek akabinde “Eski
Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi” (ICTY)
[Resmi adı: Eski Yugoslavya'nın Topraklarında 1991 Yılından Bu Yana
Uluslararası İnsan Haklarını Çiğnemekle Sorumlu Kişilerin Cezalandırılması İçin
Kurulmuş Uluslararası Mahkeme] ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin [ICTR] birleşimi olan Mechanism for
International Criminal Tribunals‘a gittik. Türkçesi Uluslararası Ceza
Mahkemeleri Mekanizması. [MICT] Girişte
ne biçim arandık ya :D Çok yüksek güvenlikli bir girişin ardından Srebrenitsa
katliamı baş sorumlusu Ratko Miladiç’in cezaya çarptırıldığı mahkeme salonunun
izleyici bölümünde bir yığın sunum dinledik. Bu kurumlar hakkında da bilgi
vermeyi, açıklama yapmayı çok isterdim fakat hem vaktim yok :D hem de zaten Miladiç yargılaması sonrası ICTY bölümünün pek
bir önemi –eskiye göre- kalmamış gibi. Ancak belirteyim, Ruanda Mahkemesi halen devam etmekte ve
hatta hakimlerinden biri Türk imiş ve FETÖ’den mahkumiyet almış, arada Türkiye’ye
diplomatik nota verilmiş bu hakim için falan. Olaylar olaylar. Miladiç ve
Ruanda olayını kısaca Vikipedi yapıştır yapayım (malum orada Vikipedi yok :S üzdü)
“Miladiç; 6 Nisan 1991'de başlayan savaşta
binlerce insanın öldürülmesinde, yüzlerce kadına tecavüz edilmesinde, yerleşim
yerlerinin işgal edilmesinde, dini mekanların yokedilmesinde etkili bir rol
oynamıştır. Tüm bunların sorumlusu olan Mladiç savaş sırasında Boşnak halkına
karşı işlediği soykırım ve savaş suçlarından dolayı Lahey'deki Eski Yugoslavya
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından 16 yıldır tutuklama istemiyle
aranmaktaydı ve 26 Mayıs 2011 gunu Sırp istihbaratı tarafından yakalandı. 31
Mayıs 2011 tarihinde de Lahey savaş suçları mahkemesine gönderildi. Sırbistan'da
olduğuna dair ciddi belgeler olmasına rağmen Hükümet tarafından bu durum
reddedilmiştir. Fakat 2009'da Mladiç'in bir düğünde çekilen fotoğraflarının
basına yansıması ile hükümet zor duruma girmiştir. Bu durum akabinde Sırp
Hükümeti, BM, Amerika ve AB üyesi ülkeler; Bosna Hersek devlet yetkilileri
tarafından suçlamıştır. Mladiç 26 Mayıs 2011 günü Sırp istihbaratı tarafından
yakalanmıştır. Srebrenitsa katliamıSrebrenitsa katliamı öncesinde bir kameraya
konuşarak söylediği, “İşte 11 Temmuz 1995'te Sırp şehri Srebrenitsa'dayız.
Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp milletine armağan
ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra bu toprakta “Türkler’den -Bosnalıları kastederek-
intikam almamızın vakti geldi” sözleri meşhurdur.” (Ekstra: TRT tarafından yayınlanan Srebrenitsa belgeseli: https://www.youtube.com/watch?v=ylSKyuUdR2M).
“Ruanda Soykırımı; Ruanda'da 1994 yılında
yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu'nun, aşırı uç Hutular
(Interahamwe) tarafından öldürülmesi olayıdır. Katliam, Tutsi destekli isyancı
Ruanda Vatansever Cephesi lideri Paul Kegame'ye bağlı güçlerce, Hutu ağırlıklı
hükümetin düşürülmesi ile son buldu. Ardından yönetimden güç alan Tutsilerin öç
bahanesiyle saldırması sonucu yüzbinlerce Hutu, komşu Zaire'ye (Kongo Cumhuriyetine)
sığındı. Fransa, soykırımı gerçekleştiren Hutu hükümetinin o dönem içerisinde
en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda Soykırımı'ndan en fazla
sorumlu tutulan ülkedir.” (Sizi daha da rahatsız edecek birkac bilgi istiyorsanız: https://onedio.com/haber/su-anda-bile-bir-cogumuzun-bilmedigi-insanlik-ayibimiz-14-maddeyle-ruanda-soykirimi-615597).
MICT çıkışında iki saat kadar
süre vardı ve F4 olarak yürüyün hacılar kumsala dedik. Ben çantamda şortum var,
oturur kumda oynarım, takım elbise içinde pişmem diye düşünürkeeeen, şortu
unutup sadece tshirt ve spor ayakkabısı koyduğumu farkettim. Ne mi oldu? F3 şen
şakrak kumsalda koşuşurken, yüzerken, hoplarken, zıplarken ben gittim kafede
takım elbise pantolonu, spor ayakkabısı ve tshirt kombinasyonu ile kola içtim. [hadi gelin bir kelime anlatayım. Almanca da
sevinçten içi içine sığamamak kelimesi yok hacılar. İngilizce’de excited var
ya, hah Almanca’da anstrengend veya aufgeregt bunları tam karşılamıyormuş. Daha
çok yorgunluktan duyulan negatifimsi bir heyecan anlamı içeriyormuş. Beynim
yandı] F3 eğlendikten sonra geldiler, beni aldılar yoldan markete uğrayıp
ıvır zıvır alıp [hacı o aldığım tuzlu yer
fıstıkları efsaneydi ya. Almanya’da yok öylesi, bulamadım ya la] otobüse
geçtik ve Erlangen yolculuğu başladı.
 |
Ben neredeyim? Bulana kola. |
Yolda benim “spielst du UNO”
muhabbeti ile kızlara yürüyen Nico [aslında
Johannes’in sevgilisine anlatıyor, kız haha çok komikmiş, ehehe çok sempatik
diyor falan. Johannes’in sevgilisinin (İsmini sordum döndükten sonra Johannes'e. Kristin. Yazımda hata olabilir şeyapmayın.) arkasında oturan ve arkadaşı olan iki kız da
muhabbete katılıyor ve Nico onlara yürüyor. Olay bu]. Ben de baktım yol
uzun, taktım kulaklığı PodCast dinlemeye başladım. Hacı podcast komik. Ben de
farkında olmadan birkaç kez kahkaha atmışım :/ attım. Otobüste bu biraz sese
neden olmuş :D Bir baktım Kristin, arkadaşları ve Nico kıkır kıkır. Nico
bana, “hacı spielst du UNO de ve şu Kristin'in arkadaşına yürü -İngilizcesi
pick up, Almancası verführen-” dedi. Hayır dedim, yapmam dedim. Olmaz dedim. (yürüdün de mi lan? Yazık beeee. Biz seni
okumaya gönderelim...) [yok lan valla yürümedim, yol zaten yorucu, gecenin
olmuş 11-12’si, ne konuşacağım oturup? Yürüsem elime ne geçecek? Evet. Valla
lan. Haydaaa inanmıyor]. Sonra sakin sakin Erlangen’e vardık. Yol boyu
kalan sürede uyudum, uzun boylu Nico uyuyamadı falan ama asıl olay sonda
yaşandı. Nedir? Anlatıyorum efendim...
Gecenin 3:32’sinde –tahmini varış
saatinden 2 saat önce- otobüsümüz vardı Erlangen’e ve tüm kafileyi şehir
merkezinde bıraktı. Nico falan arabası ile Nürnberg’e gidecek. Benim köy malum
uzak, otobüs falan zor bulunuyor. Üstelik telefonun şarjı da %12. [normalde bir yarım saat falan götürmesi
lazım de mi uçak modunda?] Nico’ya Uttenreuth tarafına beni şeyapsana hacı
dedim. Hayır dedi. Şimdi normalde Türkiye’de olsa böyle bir yanıt beklemem ama
burada normal karşılıyorum. Kendi düşüncesine göre yolu 8-10 km kadar uzayacak
ve bu mantıklı değil, taksi veya otobüs bulabilirim ve kendi başımın çaresine
bakabilirim. Türkiye’de birlikte günlerce gezip, yiyip içtiğim biri dese bana
bunu... Konuşmam bi daha. Ama işte kültürsel farklılık diyelim. Nico’dan
umudumu kesip otobüs durağına gittim. Normalde o saatte otobüs saatte 1 var (gece otobüsü) ve evime 1 km uzaktan
geçiyor. Sonrasında yürürüm kafasındayım. Anam bir baktım aptal telefon
kapanmış. Aha dedim sıçtık. Saati bile bilmiyorum düşün. [Kalan millet nasıl gitti evlerine? Hacı Uttenreuth’ta kalan bir benim
ya] Gittim otobüs durağının yanındaki ATM’ye, orada saati öğrenmek için
didindim, saati bir öğrendim ki benim otobüs 3 dakika falan önce geçmiş. Dedim
dur diğer durağa yürüyeyim, o durak daha merkezi ve belki başka otobüs vardır.
Yürüdüm. Yok. Otobüs falan yok. Şarj yok. Elde valiz, sırtta çanta, diğer elde
takım elbise gecenin 4’ünde tıkı tık tıkı tık teker sesiyle yol alıyorum. Bir
ATM daha bulup içeri girdim ve telefonu şarja taktım. Bekledim, açıldı. Taksi
uygulamasından taksi çağırdım. 3. Deneme sonrasında 1 taksi geldi. Yola çıktı
ama hemen iptal etti. Gelmiyorum dedi. [Ne
küfrediyorum ama ya] Ben de başlarım böyle işe deyip evime doğru tıkı tık
tıkı tık yürüdüm. Eve vardığımda 05.15 falandı. Ölmüştüm 4-5km yürüme
neticesinde. Yolda gördüğüm fırıncıya beni o tarafa gidiyorsan atıversene hacı
diye rica ettim, garip bir bakış atıp basıp gitti :/ Yolun sonunda aynı araba
bizim evin oradaki fırına ekmek bırakıyordu... Kültüre alışmam şart ya...
Velhasıl gayet güzel, ufuk
açıcı, eğlence barındıran ve “Den Haag’da olan Den Haag’da kalır” (what
happens in Den Haag, stays in Den Haag) mottosunu barındıran süperimsi (sonu
hariç de) bir geziyi idrak etmiş oldum. Otele verdiğim yaklaşık (yeme içme ile birlikte) iki yüz elli
yuro civarı para içime dert oldu mu? Evet ama... Yok ya pozitif bakıyorum.
Güzeldi güzel :) Öyle işte hacı, gezi yazılarına bir ara veriyorum. Olaylar
birikince not ediyorum kenara ve Eylül gibi falan geri dönerim diye
düşünüyorum. O arada kendine iyi bak. Bol bol gez, oku, dinlen, keyif yap
okurum. Hadi görüşürüz. Tschüss!
 |
EuroJust hatırası. En arkada bilin bakalım kim dinlemedi? |
 |
Fune Lahmacun etkisinde :/ |
 |
Müslüm "Günther" Fincan :) |