Den Haag / Lahey Serüveni ve Olaylar Olaylar - 2. Kısım #17

2018 / 2013 - Huoooop!
Öhöm öhöm. Hey. Huuooop. Sayın okurum. Allah kahretmesin duymuyor beni :/ Hacıııı. Hah. Yav çık bi havuzdan da gezi yazısı şeyapalım. Nasıl? Niye ya okuması zevkli değil mi? Yok yav valla akademik yazı baaabında değil. Hacı dur bi dinle, yazıda bol bol deniz, kum, deniz kabukları, güneş olacak. Adeta bir üniversitede yaz okulu havası. Nasıl ya? Üniversitede yaz okullarında öğrencilere sahil kenarında ders anlatılmıyor mu? Hiç yaz okuluna kalmadığımdan bilemiyorum :D ehehe neyse tamam ciddileşelim. Efendim geçen yazıya devam ediyoruz. Sonra üçüncü bir yazı daha olacak gibi duruyor hatta. Orada da sezon finali yapacağız. Hem bazı okurlar sürekli gezi yazısı görmekten bıkmıştır belki. Hem bak Yunus’un yazıları da geliyor, bana gerek yok gibi bir süre :D Blogun anahtarını ona verecem, sabahları tükanı o açacak. Küçük de bir anımı ekleyelim öyle başlayalım. Hacı şimdi gittim bizim evin altındaki marketten alışveriş yapıyorum. Tabi süreklilik içeren bir müşteri olduğum için kasiyerler falan da bana aşina. Hatta fırın bölümündeki tayfa ile kanka modundayız :D Neyse alacağımı aldım ödeme noktasında kasiyer bana bir cümle söyledi Almanca. Şimdi hacılar Almanca zaten zor, günlük dil olan Umgangsprache ayrı bir zor, üstüne Bavyera aksanı da anlaşılmaz bir zorlukta, üstüne bir de köy ağzı da birleşince bi bok anlamadım açık net. İlk kelime Wohin, nereye dedi o tamam ama gerisi yok. Acayip hızlı ve karışık. Wie Bitte? -efendim?- dedim, tekrarladı ama ı ıh. Gene beyinde Almanca bölümü yatışlarda. Arkada bir ton müşteri, ben rezil, ben utandı, ben yüzüm kıpkırmızı. Neyse bişeyler söyledim ama muhtemelen alakasız bişi idi ki kasiyerin yüzü düştü :D Hacılar şaka maka Almanca-Umgangsprache-Köy Almancası-Bavyera aksanı hepsinin kombinasyonu beynim için şu aralar fazla. Bu rezilliği de anlattıktan sonra başlayalım mı istersen ikinci yazıya? Tamam her zamanki geleneğimizi sürdürüyor ve LOS GEHT’S diyoruz. Vira bismillah!


Beynin Almanca bölümü, temsili

Efendim Den Haag macerasının ikinci gününde garip bir kültürel uyuşmazlıkla başladım. Şöyle ki, gece otele vardığımızda F5 olarak saat 8:40’da lobide hazır bulunacağımız şekilde anlaştık. Hiç bir sıkıntı yok. Fakat bak bizde şöyle bir şey vardır, otelde belli grupla takılırken napılır? Hacı kahvaltıya kaçta ineceksin beraber şeyapalım denilir. Yani en azından benim yaşadığım tüm tecrübeler bu yönde. Biraz da “kitlesel hareket prensibi”ni benimsemiş bir toplum olduğumuzdan bu gayet normal. Hah işte buradaki insanlar bireyselciliği benimsemiş olduğundan kahvaltısal bir diyalog gerçekleşmedi. Bir indim kahvaltıya [üstümde takım elbise, nedense az biraz özgüvensizlik veya daha doğrusu bilinmeyene karşı duyulan bir ürküntü] herkes ayrı kahvaltı ediyor gruptan. Michaela ile otobüs şoförü ayrı, Jonannes kayıp, Laura ile Jana ayrı şeyapıyor, Nico da ayrı ama sonradan gelip Michaela masasına oturdu falan. Aldım krosanımı kahvemi peynirimi, oturdum efendi efendi o masaya dahil olup yedim içtim. Hayır bir de otele verdiğim para malum, ben zararımı bir yerden çıkarmalıyım diye bakıyorum. [Fincan genleri devreye girdi diyebiliriz] [Yemekhaneye girişte oda numarasını soruyor görevli doğal olarak. Orada beynim nedense Almanca modunda ama karşıdaki Hollandalı olduğu için İngilizce söylemem lazım. Hacılar İngilizce 614 gelmiyor aklıma :D Almancası var o esnada, dilin ucunda söylemem için sırada bekliyor ama İngilizce yok. Almancasını söyleyiverdim rahatladım. Şu beynimin diller arası geçişleri ve Almanca / Türkçe veya İngilizce modunda uyanarak diğer iki dil unutması sorununu halletmem lazım] Kahvaltıdan sonra otobüsümüz ile ilk durağımız olan Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’ne geçtik. [Special Tribunal for Lebanon] Girişteki üst araması, pasaport-kimlik kontrolü merasiminden sonra içeride bize 3 veya 4 ayrı görevli mahkeme hakkında bilgi verdi. Fakat bunlar arasında en canlısı, enerjiği, harikası Kanada’dan gelen avukat hanımdı. Kadın harbi diyorum ne kadar enerjik ve espriliydi. Hayran oldum resmen. 

Soru: Ben Nico'dan daha yakış...... değilim tamam :/
Biraz mahkeme hakkında bilgi verecek olursam, bu mahkeme nasıl kurulmuş neymiş ne değilmiş biraz değinelim. 10 yıldır Lübnan Başbakanı olan Refik Hariri’nin 2005 yılında Beyrut’ta bomba yüklü bir araç ile suikaste kurban gitmesi sonucunda ortaya çıkabilecek karışıklıklara önlem olarak Lübnan devleti Birleşmiş Milletler nezdinde bir mahkeme kurulması çağrısında bulunmuş. Kısacası bu mahkeme, suikastin aydınlatılması için kurulu bir mahkeme. [2006’da kurulmuş, 12 yıldır mahkumiyet kararı falan yok ortada o ayrı] Lübnan olası yolsuzluklar, yargı merciilerinin taraflılığı ve delillerin güvenliği gibi ihtimallerden korkup bu talebi BM’ye iletmiş. Mahkeme’de 10-12 hakim var ve bunların 4ü Lübnanlı. Kalanı diğer ülkelerden gelen hukukçular. Mahkeme sürecinde uygulanan kanun tamamen Lübnan Ceza Kanunu fakat bu kanundaki idam cezası kapsam dışında tutuluyor. Statüsel anlamda bir BM kurumu değil, Lübnan isteğiyle kurulmasına rağmen bir Lübnan mahkemesi de değil. Ne olduğu bilinmez karman çorman bir statüde. Bak hani bilen bilir Türkiye’de Danıştay Savcılığı var ve iş yükleri yok gibi birşeydir. Ya da gram işlemeyen bürokratik yerleri düşün Türkiye’de.  (Birecik, Gençlik Spor İlçe Müdürlüğü :D Sürgün yeri) Hah işte bu mahkeme de öyle iş yapmaz cinsten. (Arkadaş cidden merak ediyorum sabah gidip ne yapıyorlar? Toplam sanık sayısı 5. Dosyasını kaç yüz kere okuyabilir bir insan?) Mahkeme’nin 2017 bütçesi 62,8 milyon €. Bütçenin %49’u Lübnan, %51’i gönüllü (?) ülkelerce karşılanıyor. En çok gönüllü olan ülkeler Kanada, Almanya, ABD, İtalya, İngiltere ve Hollanda imiş. Bu mahkemenin verimli olmadığını da zaten Kanada’lı avukat hanım da iletti konuşmasında. Adını hatırlamıyorum ama :/ Michaela’ya sordum o da bilmiyor. 

Bu mahkemeden çıkar çıkmaz koşarcasına Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne doğru yol aldık. Şöyle söyleyeyim bu gezide bizi en strese sokan süreç UCM’de gerçekleşti. Giriş saati 13:30, 13:25’ten önce kapının önüne gelmeyin gibi gayet katı kuralları var. İçeriye girişteki kontrolleri ben havalimanında falan yaşamıyorum çok ciddiyim. Bu ağır prosedürler ve neden olduğu stres tabi mahkemeyi gözümüzde daha da büyüttü. Tamam biliyorum şu an Dünya’daki en tepe mahkeme UCM gibi duruyor farkındayım ama bilemiyorum altan... Çok garip... [Ekleme: UCM, üniversite 2. Sınıftayken yaptığım sunum konusuydu. Acayip ilgimi çekmiş ve insanüstü bir hazırlanma sonucunda ortaya çıkan Powerpoint sunumumu hoca çok çok beğenmişti. Halen gurur duyarım efendim. UCM’nin ne olup olmadığı ile alakalı bilgiler için: http://iyiniyetliucuncusite.blogspot.com/2012/11/uluslararas-hukuk-dersi-uluslararas.html] Tabi içeriye girerken en arkada biz asistanlar varız. Neyse içeriye de 5’erli gruplar halinde alıyorlar. Son grup olarak girdik, her birimiz bir kabinin önünde pasaportları görevliye uzattık. Herkese Ziyaretçi kartı verilirken bana resimli isimli bir kart verildi. Karttaki fotoğraf benim değil. (Noluyor lan :D) Tabi diğer kartlara da bakmadığımdan X-Ray cihazına doğru yürürken kartı Michaela gördü, e bu doğru değil dedi. Kabine döndük izah ettik. Görevli nedense sinirli, nedense gergin. Olum bi b.k mu var demeye kalmadı polisler geldi, onlara derdimizi anlatmadan hemen kelepçe... Polis aracına bindirilip polis karakoluna doğru yol ald..... Şaka şaka :D Gergin görevli bu hatayı görüp kartımı değiştirdi ve içeri girdik. İçeride acayip sıkıcı ve en ufak bir mahkeme incelemesi yapmış insanların bilebileceği bilgiler ile donatılmış – monolog bir sunum ile uzun bir müddet sıkıldım sıkıldık sıkıldılar sıkınıldı :D UCM’deki bu sıkıcı sunum akabinde yine en sonda ben olmak üzere UCM’den çıktık. Çıkışta, girerken verdikleri Ziyaretçi kimliğini bir makineye okutup, makinenin kartı içine almasını bekleyip, kartı aldıktan sonra yanan yeşil ışıkla dönerli metal kapıdan tek tek çıkılabiliyor. [gör bak işte ne kadar güvenlikli] benim kartı okuttuk, cihaz içine aldı ama kırmızı ışık yandı. (haydaaaaa) Lan ne oluyor demeye kalmadı kapı da açılmadı haliyle, içeride bir ben bir de Johannes kaldık. Uğraştık ettik ı ıh çıkamıyorum. Görevliye söyledik, takmadı :D Sonra Johannes’e dedim, hacım seni kartı okutalım kapıdan ikimiz sıkışarak çıkalım [o anki görüntüyü hayal edemiyorum... LGBT savunucu iki erkek görünümünde olabiliriz o esnada :D] (Johannes de yakışıklı çocuk hani :D Gideri var) [Johannes’in veya kız arkadaşının burayı okumayacağını varsayıyorum :D]


UCM önü, neredeyim? Evet :D 
Mahkeme’den çıktık ve istikamet sahil idi. Bu sahil ile ilgili ayrı hislerim var çünkü 2013 Erasmus gezisinde bu sahile gelmiş, o meşhur İsmail Abiiiii denize el sallama ritüelini yerine getirmiş, başıma türlüüüü türlüüü işler gelmişti. [O meşhur yazı için: http://iyiniyetliucuncusite.blogspot.com/2013/08/gezide-nirvana-benelux-paris-1-ksm.html] Otele gidip, kumsala uygun kıyafetleri giyinip F4 olarak otelden sahile yürümeye başladık. Efendim benim tip aynen İmam Hatip Okul Müdürü’nün Bodrum’da Sahilde Dolaşma Macaraları ayarında. Fakat o anki özgüven umursatmıyor o ayrı. Kumsala gitmeden önce Jana ve Laura’nın alışveriş yapmalarını bekledik Nico ile. Hacım işkence budur ya. Bak bir makyaj malzemesine 100€ vermek benim için “oha nasıl ödedim ben bunu” deme sebebidir ama veriyorlar işte. Veriliyor :D O uzun alışveriş seansından sonra [uzun serüven sonrası alınan eşyalar sadece makyaj malzemesi idi] tramvaya doğru yürürken Simit Sarayı gördüm. Anam ben nasıl mutlu :D Dedim tamam hacı yarın gezi sonrası gelir buradan simidimi alır şeyaparım. Düşün simit yemeyi bile özlemişim, o derece vahim durumdayım. Bana beyranı bulun :/ Sıtarbakıs’a uğrayup mango passion alıp akabinde ilgili tramvayı bulduk, günlük tramvay bilet parası olan 6,50€ tutarını ödedik (Fincan genlerini göremiyorum nedense). Sahile ulaştığımızda ben mutlu, ben şen, ben şakrak, ben 2013 anıları ile meşgul bir halde kumsalda bol bol foto çekildik. Kumsalda Nico ile yarıştık, açık ara farkla kaybettim. (Hasan’a bile kaybettin lan, Hasan diyorum Hasan. Adam 30 metre koşunca yorulan, sigarayı seven, benim kadar olmasa da g.tü göbeği salan bir insan. Ona kaybettin resemen. Koşma bence hacı :D) Deniz Yıldızlarına basmaktan Nico sayesinde son anda kurtuldum, sonra bu reaksiyonu gösterirken yanlışlıkla Nico’nun suratına bir dirsekçik attım. [hatırlarsanız kendisi de Bergkirchweih gecesi bana yaptıydı. İntikam soğuk yenir :D] Sonra fotoğraf seanslarını bitirip 25 dakika yemek yiyecek yer arama sürecinden sonra bir yere oturduk, siparişlerimizi verdik, ben 4 peynirli pizzamı söyledim. (Quattro Formaggi) Gelen garsonlardan biri Avrupa Hukuku dersi almış üniversitede ve derslerinden biri Türk Hukuku imiş :D (Niye hacı niye? Neden Türk Hukuku harbi?) Bunun verdiği özlemle bana bir ton soru sordu falan. Sonra gitti, siparişleri getirdi. Benim pizza yanlış. 4 peynirli istiyoruz, pizzada peynirin P’si yok. Hacılar yok mok dedik iade ettik, hemen yenisini yapıp getirdiler. [Yemekte Jana midye yedi, hacı midyeyi bir de limon sıkarak dene dedim, bayıldı. Hemen doktor çağırdık falan. Ambulans vesair.][Tadını gayet beğendi, kalanının tamamını limonlayarak yedi. I am the Gurme. Yemek işini bana sorun] 

Yemeğimizi yedikten sonra sahilden otele doğru yürüdük. Bir yere geldiğimizde Nico’ya dedim: yürü yarışak hacı sokağın sonuna kadar. Bende spor ayakkabısı, kapri falan. Onda kundura :( (eeaayağında guuuundureaaaa). Emin misin seni yenerim dedi. Çünkü adam yarı-profesyonel sporcu. Günlük 80 şınav falan çekiyor :D Ben aylık 80 şınav şeyapamıyorum. Bende g.t göbek salık halde yarışa başladık........... Çok iyi başladığım yarışı kıl payı kaybettim. (fark yedim desene lan. O götle sen nasıl koşacaksın :D :D eheheheh) [valla lan azıcık farkla şeyaptı, az kalsın plağı çıkıyordu :D – vizontele, “ilgili sahne" aşağıdadır] Bu yarışı kaybetmenin üzüntüsüyle Nico’ya “spielst du UNO?” dedim. Yani hacı gel UNO oynayak mı, koşuda yenemedim bunda yeneyim anlamında bir teklifte bulundum. Hah işte bu “spielst du UNO” cümlesi bizim kürsüde efsane oldu :D (şipilstduuno) Millet kız tavlamak için bunu kullanıyor düşün :S Anlatacağım diğer yazıda... Sonra ne mi oldu? Yine kurbağalı bara gidek dediler. Gittik, orada yine efendi gibi suyumu kolamı içtim. F5 olarak –evet Jonannes de geldi- türlü türlü konular, komiklikler, şakalar akabinde yeter la yarın gün uzun, otelden sabah çıkış yapmamız lazım, valiz falan hazırlayacağız diyerek kalkıp dönelim dedik. Kızlar yok biz biraz daha eğleneceğiz dediler. İkna edemedik napak. Onları orada bırakıp biz üç erkek otelimize döndük efendi efendi. Valla yav :D Sabahına neler oldu neler :/ Büyük rezillik çıktı ama o da diğer yazıda artık... :D Merak ediyorsan, hemen 3. Yazıyı istiyorsan IBAN numaramı vereyim, anında yazı sende hacı. Ama Euro bazlı ödeme lütfen :D

Neyse diğer yazıda görüşmek üzere hacılar. Benim yarın Almanca dil kursu finallerim var. (E ne işin var blog yazısıyla? Otur dersini çalış ya) (Bi dakka ya, öyleyse sen yazıyı Temmuz’un başında yazdın. E niye neredeyse Ağustosta yayınlıyorsun? Vay arkadaş okumayın bu blogu ya)
 
Görüşmek üzere cümleten J Sahi ne diyorduk? “Spielst du UNO?”