Bloga Hoşgeldin. Burası Hukuk Öğrencilerinin, Hukuk Severlerin ve İyi Niyetli Üçüncü Kişilerin Buluşma Noktası!
Den Haag / Lahey Serüveni ve Olaylar Olaylar - 1. Kısım #16
Bağlantıyı al
Facebook
X
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
-
Kurbağalı Bar ve F5, önümde sodam oh mis :)
Selamlar canım okurum ne var ne yok ya? Nasıl? Sıcak mı?
Abi deme yaaa. Valla burası da öyle. Camide Cuma namazında en arka safta,
köşede klimanın gram üflemediği yerde 85 derecelik çöl sıcağı yaşar gibiyim ben
de burada. Afedersin (affetmem) g.tümüzden
ter akıyor :/ Zaten dil kursu final sınavları da haftaya, napacam ben de
bilmiyorum hacı. (Yalan söylüyor, püfür
püfür esiyor. Esmese bile vantilatör var odasında) Bu zor şartlar altında
yazmakta olduğum bu yazıyı klimanın altında, elinde dondurmamsı soğuk birşeyler
ile okuyacağın için senin için hava hoş. Kısa da bir özet geçecek olursam yazı
öncesi, efendim birkaç günlük akademik-eğitim içerikli bir gezi nedeniyle
Hollanda’ya gittik (ot çektin de mi lan?
Doğru söyle? Red Light? Çakaaaaal) ve yazımızın tek konusu bu gezi ve
gezide yaşananlar –neler neler- üzerine. Kaç tane yazı mı? Bilmem... Uzunluğuna
göre 3 yazı da olabilir. Zaten en az 3 yazı diyordu cumhurbaşk.... Ne? Çocuk
muydu o :D Tamam tamam şeyapma. Hazırsan, önünde içeceğin, diğer yanında
kılimanın [evet kılima] kumandası
hazır ise başlayalım. Her zaman başlarken ne dediğimizi sen söyle hadi. (LOS GEEEEHT’S!)
Sabahın 4’ünde telefonumun alarmı ile uyanmam neticesinde
başlayan gezisel süreç, (gezisel süreç ne
arkadaş ya? Sorunsal, gezisel, eleştirisel, konuşsal... Anca kelime uydurun,
oh) yine sabahın 4’üne müteakip (ney?
:D) sona erdi. Alarmımı kapatıp, valizimi, takım elbisemi, sırt çantamı
yüklenip saat 04.40’te evimin önünde olması için birkaç gün öncesinden myTaxi
isminde bir uygulama üzerinden anlaştığım taksici için (ohaaa uygulama reklamı yaptı. Kaç para alıyorsun hacı :D) (Hayır taksi
ile gitmesinden belli zengin oluşu) aşağı inip beklemeye başladım. Taksi
geldi ve gayet elit bir biçimde valizimi pılımı pırtımı bagaja koyup arka koltuğa
“guten morgen” diyerek kuruldum. Gideceğim yerin adresi de uygulama üzerinden
işaretli olduğundan gıkım çıkmadan o istikamette ilerledik ve otobüsün
kalkmasına birkaç dakika kala buluşma yerine vardık. [bahşiş de verdim evet :/ abi ben takside bahşiş vermeyen, 3 kuruşun
peşine düşüp para üstü bekleyen adamdım ne oldu ben de anlamaz oldum ya]
(RICHIE RICH VARDI, BİLDİN Mİ? Hah ona borç verirsin kesin) [ama taksiden inip
otobüse geçerken havamı görmelisiniz. Fakir fukara öğrenciler oheaaa bakışı ile
bakıyor falan. Diyemedim ki ben de fakirim otobüs yoktu Pazar sabahın bilmem
dört buçuğunda bizim köyden diye] Turu organize eden Michaela yönlendirmesi
ile sol ön 2. Koltuğa iliştim.[normal 4 koltuklu urfa cesur seyahat
düzenine göre 5 numaralı cam kenarı :D] Nick de [Bundan sonra Nico diyeceğim, aylardır adamın adını Nicklas diye
biliyordum Nicolas imiş ya la :/] yanıma oturduktan sonra bol bol uyumalı
Den Haag yolculuğu başladı. [Uyarı: 10
SAAT. EVET ON] [Şimdi bir enektod, anektod ekleyelim (enektodlar goltuğum
altında galık, beni ara :D ehehe) Bu şehrin adını söylemede bir görüş birliği
yok. Fransızlar La Haye derken, Almanlar ve Hollandalılar Den Haag, İngilizler
the Hague ve biz Türkler ise Lahey demişiz. Anlamı, Flemenkçeden direkt
çevirirsek “çit” demek. Zamanında soyluların avlandığı özel bir ormanlık
alanmış, o nedenle çit deniyor koca şehre. Bu önemli bilgi için bana ödeme
yapmanıza gerek yok hayır. Taksiye 14€ ödedim evet] 2 saat kadar sonra
verdiğimiz molada öğrendiğim üzere otobüste horlamışım :/ Verdiğim
rahatsızlıktan dolayı özür dilerim ve böyle bir başlangıç neden..... Neyse ya
herkes horlamıştır ya.. De mi? Molada krosan kahve ile Nico-Jana-Laura-Ben
dörtlüsü ile yaptığım kahvaltı doyurdu mu beni? Hayır :D [dur şimdiden isim verelim gruba, sonra anlatması kolay olsun...
Wissenschaftlicher Mitarbeiterin/nen? Olmadı evet. NJLM? I ıh... Neyse hatta bu
gruba ara ara Johannes eklenecek... Ne diyelim ya bi dakka... A4? (Kağıt? :D)[4
Asistan] F4 diyelim ya, Johannes eklenince F5. Tamamdır ya böylesi iyi.]
İlk günkü toplantı sonrası. Ben nerdeyim. Aynen en önde :D
Den Haag şehrine vardıktan sonra, koca otobüsümüz ile
başladı bizde bir park çilesi... Hacım koca şehri turladık ama yok. Koca
otobüsü park edebileceğimiz bir yer yok. Aradık taradık öğrencileri
hostellerine bıraktık, [ararken Türk
mahallesinde Rumen plakalı aracın yol ortasında durup sohbet etmesi, sonra biz
uyarınca sohbet ettiği kişinin arabaya binmesi, o bindikten sonra sağ taraftaki
evden birkaç kişinin falan daha binmesi bana canım Birecik’i hatırlattı. Ah
ah... Rumenler acep Türk olabilir mi?] dar sokaklardan geçtik, google
maps’ten medet umduk, sağımızı solumuzu kontrol ettik zar zor bir yer bulduk,
hemen otelimizin önünde valizlerimizi alıp (oha
otel mi? Hangi otel? Bi dakka ya nasıl 5 yıldızlı? Oha bi de okul ödemedi
herkes kendi cebinden... totalde yüz altmış yuroooo ohaaaa. Hacılar gelin
kapatın yazıyı, ben blog açayım biz fakir fakir takılalım valla ya. Bu orada
parayı vurdu, biz hala kuru ekmek ah ah... yüzaltmış dedi ya. Çarp 6 ile...
Hesap maki...... Hah çarptık dokuzyüzaltmış liraaaa vay arkadaş kapatın blogu
ya) check-in işlemlerini alıp odaya yerleştim. Odada evet tek kişi kaldım,
diğerleri ikili kaldılar... Nico-Johannes, Laura-Jana. Olan bana oldu :/Otele yerleşip yarım saat falan dinlendikten
sonra deli dürtmüş gibi çıktık şehri gezmeye başladık [hacım yav 10 saat yoldan geldik, azıcık yatak uyuyak de mi? Yooook]
şehir merkezinde bir kafeye oturup soğuk kahvemi yudumladım. Kafeden kalkıp 3
günlük gezimiz ile alakalı genel bilgi verileceği ve UCM Hakimi Prof. Schmitt
tarafından sunum yapılacağı konferans salonuna geçtik. Salonda ABD’den gelen ve
yılışık profesör önderliğinde aynı gevşeklikte salonu dolduran ABD’li
öğrenciler ile [sunum öncesinde ABD’li
profesör ile konuştuk. Tam hangi ortamda ne konuşulacağını bilmeyen
patavatsızlar olur ya. Hah aynen o. Bizim Profesör ailevi sebeplerden gelemedi
Den Haag’a ve bu patavatsızın yorumu şu: “Ehehehe fakülteye birinin bakması
lazım”, diğer asistanlardan biri de yoktu yorum şu: “e biri profesörünüzün
arkasını toplamalı ehehe”. Ağzının üstüne çakacaktım :D mal ya] [bi de sunum
başında şey diyor, “e Amerikan öğrenciler ile Almanlar kaynaşın ayrı oturmayın
ehehehe”... Çiçek olup oturalım mı hacı? Neyse sakinim] sunumumuzu
dinledikten sonra sunum yapılan yerin bitişiğindeki Çin lokantasına geçtik. [Lokantaya bakmıştım gelmeden önce. Puanı
gayet düşük, malca bir yer. Kim seçmiş? Aha bu ABD’li... Bizimkiler başka bir
yere gidelim dediyse de karşı çıkmış...] Hiç kimsenin doymadığı, tüm
yemeklerin saçma sapan olduğu, sıvasız boyasız bina cepheleri manzaralı, su
istesek bile getirilmeyen vakit israfı bir yemekten sonra [ya arkadaş yuvarlak masada 8-10 kişi oturuyor, ortaya toplu bir yemek
konup herkes tabağına alıyor sistem bu. Gelen 7-8 çeşit yemeğin bir kısmı
yenilmeyecek kadar iğrenç ve bunun yanıda tadı güzel olanlar ise bir daha
gelmiyorlar masaya. Su? Koca masaya 2 şişe... Abi Birecik’te cevdette yesek
daha güzel servis var düşün...] bizimkiler yürü bara gidiyoruz dediler. Hacılar
yapmayın etmeyin, aman duman çoluğumun çocuğumun (?) rızkını yediremem oralar da dediysem de ikna edemedim (aslında olan: “hiç sormayacaksınız sandım”).
Ben de içeceğim sade sodayı düşünerek peşlerine takıldım.
Çin Mutfağı, Pırasa ve bolca lapa pirinç pilavı :/
Ya aslında gerçi kurbağalı barda [ismi ve amblemi öyle] pek bi halt yoktu, geçtik, oturduk, garson
geldi, siparişleri aldı, ben apfelschörle [elmalı
sodanın almancası] istedim ama garson anlamadı, Jana izah etti, soda ve
elma suyunu ayrı ayrı getirsem olur mu dedi, olur dedim ve sohbete başlandı.
Sohbetler genelde şöyle geçiyor F5 veya F4 arası: onlar ilk başta yavaş ve
anlaşılır kelimeler ile Almanca konuşuyor, konular yoğunlaştıkça ben
anlamamaya, onlar da farkında olmadan hızlı konuşmaya başlıyorlar. Takip etmeye
çalıştıkça, anlamama katsayım artıyor, anlamadığımı görünce de ya
yavaşlıyorlar, ya İngilizce’ye dönüyor konuşma ya da ben anlamış gibi yapıyorum
:D Fakat işin özünde yani konular da öyle pek ahım şahım değil. Ya mesela
otobüste gün sonunda eve dönerken bir şey konuşmaya başlıyorlar, hararetli
hararetli hızlı hızlı anlatıyorlar, anlamıyorum tabi, sonra bir öğreniyorum ki
gün içinde yaşadıklarını anlatıyorlar. Atomu falan parçalıyorlar hissine
kapılsam da o konuşmalardan, en fazla konuşulan Johannes’in kariyer planlaması
oldu bar sürecinde. [Tabi o arada bir
telefon görüşmesi için 10 dakika kadar dışarıda durduğum esnada ne konuştular
bilemem :D belki ben varken önemsiz konuları konuşup, çıktığım an atomu
parçalamaya çalışmışlardır.] [Ben oturdum düşündüm, biz arkadaşlar ile
buluşunca ne konuşuyoruz dedim. Bak hacılar, ben sami ile son kafade
sohbetimizde –gelmeden evvel son kafe sürecim onunlaydı kalp kalp- siyaset
konuştuk, evlilikle alakalı geleneksel olarak yapılanlar hakkında
eleştirdiğimiz şeyleri konuştuk, küçüklüğümüze gitti konu, sonra futbola
geçtik, pes atıp kapanışı yaptık. Şimdi bizim ne farkımız var? Sadece onlar
bira içerken bu sohbeti edip, pes oynamıyorlar; biz pes oynayıp kahve içiyoruz.
Sami’ye buradan selamlar efenim] Elma suyu ve soda istediğimiz canım
garsonumuz zencefil suyu getirmiş, ben de farkında olmadan bardağa boşaltıp
tadına baktım. Hacılar içmeyin içtirmeyin, piyuvvv ne biçim bir tat arkadaş... nam-ı
diğer Ginger Ale. Neyse işte mecbur açılmış olduğu için ödeyeceğim üzüntüsüyle
sadece sodamı içtim. Kalkarken ise bu durumu garsona belirtince, özür diledi ve
zencefil suyunun parasını almadı [kim
içti onu? Nico...]. Fincan ailesinin bir bireyi olmak bunu gerektirir, 2€
2€’dur.
Elimde kek ile yuvarlanmalık çimen mi yoksa gölet mi?
Bardaki atom parçalama süreçlerinden sonra konuşma aniden
İngilizce’ye döndü ve herkes yüzünü bana doğru çevirdi. Noldu lan zencefili
ödemedim diye mi bişi mi oldu gibisinden bir suçluluk psikolojisi içerisinde gruba
odaklandım. 4 arkadaş da esrar satılan dükkana girip bir denemek istiyorlarmış
ama kararı bana bıraktılar, ben istemesem otele döneceklerdi. Sen gelsen bile
içmene gerek yok (F5’ten biri daha
içmiyordu) ve hatta istersen F5’ten içmeyen birey ile birlikte dışarıda da
bekleyebiliriz dediler. Şeytan dürttü, git olum sanki içeceksin esrar yeaaaa
dedi. Gidelim ama içmem, etkilenirsem çıkarım dedim. (araya girerek şunu ekleyeyim; hatırlarsanız Hasan Enes ve ben bir
esrar dükkanına girmiş ve orada benim kafa sırf kokudan bi milyon olmuştu. Hah
işte bu ayrıntıyı lütfen atlamayalım. Adam bunu bile bile gidiyor oraya ve ben
bişi demiyorum) Kimliklerimizle yaşlarımızı ispat ederek girdik dükkana,
asıl giriş gayet nezih; gramla uyuşturucu tartıp gayet sanki bir kafede gibi
veriyorlar mereti isteyene. Sonra bir kimlik kontrolü daha yapılıp bir kat alta
iniliyor. Hah hacı oraya inmeyin :D Şimdi o alt katta da iki bölme var. Birinde
camekan dışında kolanızı sodanızı biranızı içebiliyorsunuz kolayca. Duman falan
da yok, koku olsa da azıcık. Fakat camekanın içi canhıraş. İçeride de
Hırvatistan-Danimarka maçının uzatma dakikalarını izliyor onlarca keş. F5
olarak camekan dışında önce oturduk onlar birasını, ben fantamı alıp içtik maçı
izledik camekan dışından. Uzatma ve penaltılarda hem penaltıları, atacağı
köşeyi, modriç’in uzatmalarda kaçıracağını doğru tahmin ettim garip bir biçimde
ama sonuç olarak Hırvatistan kazandı, yanımızda maçı izleyen ama esrardan adını
unutmuş olan Danimarkalı şahıs işemeye gitti. [Dünya Kupası ile alakalı bir ekleme: İlk önce Almanya’yı destekledim,
elendi. Sonra Portekiz dedim, elendi. Akabinde İspanya dedim, elendi. Sonra
Hırvatistan dedim g.tünü zor kurtardı penaltılarda. Başka diyeceğim yok] Sonra
bizim tayfa camekandan içeri girek dedi. Neyse gerisini sonra şeyaparız :D Yok
la yok, ben de tırsa tırsa girdim, ilk 3-5 saniye koku rahatsız etse de sonra
burun koku almamaya başladı. Onlar uyuşturucusal maddesel eylemlerini
gerçekleştirdiler, ben fantamı şeyaptım, sonra kalkıp evimize olaysız bir
şekilde dağıldık. Fakat bir daha gitmem hacılar. Kafası normal çalışan
uyuşmamış tek birey olarak o ortamda bulunmak cidden zihnen çok çok çok yorucu.
Neyse böylelikle ilk gün de sona ermiş oldu, sabaha olaylar olaylar... (Örnek diyalog: -Tam bir günah gecesi yaşadım
abi+Ohaaa naptın la? -Yatsı kaçtı :/) (Alttaki videodaki müzik, Jana tarafından tüm otobüse mütemadiyen dinletilmek üzere zihinsel baskı ve işkence yapılmasını sağlayan şarkıdır efendim. Evet. Tamam güzel de, MÜTEMADİYEN)
Tamam ya yetmez mi bu kadar? Efendim? Nabim merak edeceksin mecbur :D 2. Yazıda Görüşmek Üzereeeee :) Tschüsssss
Yorumlar
Yorum Gönder