Den Haag / Lahey Serüveni ve Olaylar Olaylar - 1. Kısım #16


Kurbağalı Bar ve F5, önümde sodam oh mis :)
Selamlar canım okurum ne var ne yok ya? Nasıl? Sıcak mı? Abi deme yaaa. Valla burası da öyle. Camide Cuma namazında en arka safta, köşede klimanın gram üflemediği yerde 85 derecelik çöl sıcağı yaşar gibiyim ben de burada. Afedersin (affetmem) g.tümüzden ter akıyor :/ Zaten dil kursu final sınavları da haftaya, napacam ben de bilmiyorum hacı. (Yalan söylüyor, püfür püfür esiyor. Esmese bile vantilatör var odasında) Bu zor şartlar altında yazmakta olduğum bu yazıyı klimanın altında, elinde dondurmamsı soğuk birşeyler ile okuyacağın için senin için hava hoş. Kısa da bir özet geçecek olursam yazı öncesi, efendim birkaç günlük akademik-eğitim içerikli bir gezi nedeniyle Hollanda’ya gittik (ot çektin de mi lan? Doğru söyle? Red Light? Çakaaaaal) ve yazımızın tek konusu bu gezi ve gezide yaşananlar –neler neler- üzerine. Kaç tane yazı mı? Bilmem... Uzunluğuna göre 3 yazı da olabilir. Zaten en az 3 yazı diyordu cumhurbaşk.... Ne? Çocuk muydu o :D Tamam tamam şeyapma. Hazırsan, önünde içeceğin, diğer yanında kılimanın [evet kılima] kumandası hazır ise başlayalım. Her zaman başlarken ne dediğimizi sen söyle hadi. (LOS GEEEEHT’S!)

Sabahın 4’ünde telefonumun alarmı ile uyanmam neticesinde başlayan gezisel süreç, (gezisel süreç ne arkadaş ya? Sorunsal, gezisel, eleştirisel, konuşsal... Anca kelime uydurun, oh) yine sabahın 4’üne müteakip (ney? :D) sona erdi. Alarmımı kapatıp, valizimi, takım elbisemi, sırt çantamı yüklenip saat 04.40’te evimin önünde olması için birkaç gün öncesinden myTaxi isminde bir uygulama üzerinden anlaştığım taksici için (ohaaa uygulama reklamı yaptı. Kaç para alıyorsun hacı :D) (Hayır taksi ile gitmesinden belli zengin oluşu) aşağı inip beklemeye başladım. Taksi geldi ve gayet elit bir biçimde valizimi pılımı pırtımı bagaja koyup arka koltuğa “guten morgen” diyerek kuruldum. Gideceğim yerin adresi de uygulama üzerinden işaretli olduğundan gıkım çıkmadan o istikamette ilerledik ve otobüsün kalkmasına birkaç dakika kala buluşma yerine vardık. [bahşiş de verdim evet :/ abi ben takside bahşiş vermeyen, 3 kuruşun peşine düşüp para üstü bekleyen adamdım ne oldu ben de anlamaz oldum ya] (RICHIE RICH VARDI, BİLDİN Mİ? Hah ona borç verirsin kesin) [ama taksiden inip otobüse geçerken havamı görmelisiniz. Fakir fukara öğrenciler oheaaa bakışı ile bakıyor falan. Diyemedim ki ben de fakirim otobüs yoktu Pazar sabahın bilmem dört buçuğunda bizim köyden diye] Turu organize eden Michaela yönlendirmesi ile sol ön 2. Koltuğa iliştim.  [normal 4 koltuklu urfa cesur seyahat düzenine göre 5 numaralı cam kenarı :D] Nick de [Bundan sonra Nico diyeceğim, aylardır adamın adını Nicklas diye biliyordum Nicolas imiş ya la :/] yanıma oturduktan sonra bol bol uyumalı Den Haag yolculuğu başladı. [Uyarı: 10 SAAT. EVET ON] [Şimdi bir enektod, anektod ekleyelim (enektodlar goltuğum altında galık, beni ara :D ehehe) Bu şehrin adını söylemede bir görüş birliği yok. Fransızlar La Haye derken, Almanlar ve Hollandalılar Den Haag, İngilizler the Hague ve biz Türkler ise Lahey demişiz. Anlamı, Flemenkçeden direkt çevirirsek “çit” demek. Zamanında soyluların avlandığı özel bir ormanlık alanmış, o nedenle çit deniyor koca şehre. Bu önemli bilgi için bana ödeme yapmanıza gerek yok hayır. Taksiye 14€ ödedim evet] 2 saat kadar sonra verdiğimiz molada öğrendiğim üzere otobüste horlamışım :/ Verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim ve böyle bir başlangıç neden..... Neyse ya herkes horlamıştır ya.. De mi? Molada krosan kahve ile Nico-Jana-Laura-Ben dörtlüsü ile yaptığım kahvaltı doyurdu mu beni? Hayır :D [dur şimdiden isim verelim gruba, sonra anlatması kolay olsun... Wissenschaftlicher Mitarbeiterin/nen? Olmadı evet. NJLM? I ıh... Neyse hatta bu gruba ara ara Johannes eklenecek... Ne diyelim ya bi dakka... A4? (Kağıt? :D)[4 Asistan] F4 diyelim ya, Johannes eklenince F5. Tamamdır ya böylesi iyi.]

İlk günkü toplantı sonrası. Ben nerdeyim. Aynen en önde :D 
Den Haag şehrine vardıktan sonra, koca otobüsümüz ile başladı bizde bir park çilesi... Hacım koca şehri turladık ama yok. Koca otobüsü park edebileceğimiz bir yer yok. Aradık taradık öğrencileri hostellerine bıraktık, [ararken Türk mahallesinde Rumen plakalı aracın yol ortasında durup sohbet etmesi, sonra biz uyarınca sohbet ettiği kişinin arabaya binmesi, o bindikten sonra sağ taraftaki evden birkaç kişinin falan daha binmesi bana canım Birecik’i hatırlattı. Ah ah... Rumenler acep Türk olabilir mi?] dar sokaklardan geçtik, google maps’ten medet umduk, sağımızı solumuzu kontrol ettik zar zor bir yer bulduk, hemen otelimizin önünde valizlerimizi alıp (oha otel mi? Hangi otel? Bi dakka ya nasıl 5 yıldızlı? Oha bi de okul ödemedi herkes kendi cebinden... totalde yüz altmış yuroooo ohaaaa. Hacılar gelin kapatın yazıyı, ben blog açayım biz fakir fakir takılalım valla ya. Bu orada parayı vurdu, biz hala kuru ekmek ah ah... yüzaltmış dedi ya. Çarp 6 ile... Hesap maki...... Hah çarptık dokuzyüzaltmış liraaaa vay arkadaş kapatın blogu ya) check-in işlemlerini alıp odaya yerleştim. Odada evet tek kişi kaldım, diğerleri ikili kaldılar... Nico-Johannes, Laura-Jana. Olan bana oldu :/  Otele yerleşip yarım saat falan dinlendikten sonra deli dürtmüş gibi çıktık şehri gezmeye başladık [hacım yav 10 saat yoldan geldik, azıcık yatak uyuyak de mi? Yooook] şehir merkezinde bir kafeye oturup soğuk kahvemi yudumladım. Kafeden kalkıp 3 günlük gezimiz ile alakalı genel bilgi verileceği ve UCM Hakimi Prof. Schmitt tarafından sunum yapılacağı konferans salonuna geçtik. Salonda ABD’den gelen ve yılışık profesör önderliğinde aynı gevşeklikte salonu dolduran ABD’li öğrenciler ile [sunum öncesinde ABD’li profesör ile konuştuk. Tam hangi ortamda ne konuşulacağını bilmeyen patavatsızlar olur ya. Hah aynen o. Bizim Profesör ailevi sebeplerden gelemedi Den Haag’a ve bu patavatsızın yorumu şu: “Ehehehe fakülteye birinin bakması lazım”, diğer asistanlardan biri de yoktu yorum şu: “e biri profesörünüzün arkasını toplamalı ehehe”. Ağzının üstüne çakacaktım :D mal ya] [bi de sunum başında şey diyor, “e Amerikan öğrenciler ile Almanlar kaynaşın ayrı oturmayın ehehehe”... Çiçek olup oturalım mı hacı? Neyse sakinim] sunumumuzu dinledikten sonra sunum yapılan yerin bitişiğindeki Çin lokantasına geçtik. [Lokantaya bakmıştım gelmeden önce. Puanı gayet düşük, malca bir yer. Kim seçmiş? Aha bu ABD’li... Bizimkiler başka bir yere gidelim dediyse de karşı çıkmış...] Hiç kimsenin doymadığı, tüm yemeklerin saçma sapan olduğu, sıvasız boyasız bina cepheleri manzaralı, su istesek bile getirilmeyen vakit israfı bir yemekten sonra [ya arkadaş yuvarlak masada 8-10 kişi oturuyor, ortaya toplu bir yemek konup herkes tabağına alıyor sistem bu. Gelen 7-8 çeşit yemeğin bir kısmı yenilmeyecek kadar iğrenç ve bunun yanıda tadı güzel olanlar ise bir daha gelmiyorlar masaya. Su? Koca masaya 2 şişe... Abi Birecik’te cevdette yesek daha güzel servis var düşün...] bizimkiler yürü bara gidiyoruz dediler. Hacılar yapmayın etmeyin, aman duman çoluğumun çocuğumun (?) rızkını yediremem oralar da dediysem de ikna edemedim (aslında olan: “hiç sormayacaksınız sandım”). Ben de içeceğim sade sodayı düşünerek peşlerine takıldım.

Çin Mutfağı, Pırasa ve bolca lapa pirinç pilavı :/
Ya aslında gerçi kurbağalı barda [ismi ve amblemi öyle] pek bi halt yoktu, geçtik, oturduk, garson geldi, siparişleri aldı, ben apfelschörle [elmalı sodanın almancası] istedim ama garson anlamadı, Jana izah etti, soda ve elma suyunu ayrı ayrı getirsem olur mu dedi, olur dedim ve sohbete başlandı. Sohbetler genelde şöyle geçiyor F5 veya F4 arası: onlar ilk başta yavaş ve anlaşılır kelimeler ile Almanca konuşuyor, konular yoğunlaştıkça ben anlamamaya, onlar da farkında olmadan hızlı konuşmaya başlıyorlar. Takip etmeye çalıştıkça, anlamama katsayım artıyor, anlamadığımı görünce de ya yavaşlıyorlar, ya İngilizce’ye dönüyor konuşma ya da ben anlamış gibi yapıyorum :D Fakat işin özünde yani konular da öyle pek ahım şahım değil. Ya mesela otobüste gün sonunda eve dönerken bir şey konuşmaya başlıyorlar, hararetli hararetli hızlı hızlı anlatıyorlar, anlamıyorum tabi, sonra bir öğreniyorum ki gün içinde yaşadıklarını anlatıyorlar. Atomu falan parçalıyorlar hissine kapılsam da o konuşmalardan, en fazla konuşulan Johannes’in kariyer planlaması oldu bar sürecinde. [Tabi o arada bir telefon görüşmesi için 10 dakika kadar dışarıda durduğum esnada ne konuştular bilemem :D belki ben varken önemsiz konuları konuşup, çıktığım an atomu parçalamaya çalışmışlardır.] [Ben oturdum düşündüm, biz arkadaşlar ile buluşunca ne konuşuyoruz dedim. Bak hacılar, ben sami ile son kafade sohbetimizde –gelmeden evvel son kafe sürecim onunlaydı kalp kalp- siyaset konuştuk, evlilikle alakalı geleneksel olarak yapılanlar hakkında eleştirdiğimiz şeyleri konuştuk, küçüklüğümüze gitti konu, sonra futbola geçtik, pes atıp kapanışı yaptık. Şimdi bizim ne farkımız var? Sadece onlar bira içerken bu sohbeti edip, pes oynamıyorlar; biz pes oynayıp kahve içiyoruz. Sami’ye buradan selamlar efenim] Elma suyu ve soda istediğimiz canım garsonumuz zencefil suyu getirmiş, ben de farkında olmadan bardağa boşaltıp tadına baktım. Hacılar içmeyin içtirmeyin, piyuvvv ne biçim bir tat arkadaş... nam-ı diğer Ginger Ale. Neyse işte mecbur açılmış olduğu için ödeyeceğim üzüntüsüyle sadece sodamı içtim. Kalkarken ise bu durumu garsona belirtince, özür diledi ve zencefil suyunun parasını almadı [kim içti onu? Nico...]. Fincan ailesinin bir bireyi olmak bunu gerektirir, 2€ 2€’dur. 

Elimde kek ile yuvarlanmalık çimen mi yoksa gölet mi?
Bardaki atom parçalama süreçlerinden sonra konuşma aniden İngilizce’ye döndü ve herkes yüzünü bana doğru çevirdi. Noldu lan zencefili ödemedim diye mi bişi mi oldu gibisinden bir suçluluk psikolojisi içerisinde gruba odaklandım. 4 arkadaş da esrar satılan dükkana girip bir denemek istiyorlarmış ama kararı bana bıraktılar, ben istemesem otele döneceklerdi. Sen gelsen bile içmene gerek yok (F5’ten biri daha içmiyordu) ve hatta istersen F5’ten içmeyen birey ile birlikte dışarıda da bekleyebiliriz dediler. Şeytan dürttü, git olum sanki içeceksin esrar yeaaaa dedi. Gidelim ama içmem, etkilenirsem çıkarım dedim. (araya girerek şunu ekleyeyim; hatırlarsanız Hasan Enes ve ben bir esrar dükkanına girmiş ve orada benim kafa sırf kokudan bi milyon olmuştu. Hah işte bu ayrıntıyı lütfen atlamayalım. Adam bunu bile bile gidiyor oraya ve ben bişi demiyorum) Kimliklerimizle yaşlarımızı ispat ederek girdik dükkana, asıl giriş gayet nezih; gramla uyuşturucu tartıp gayet sanki bir kafede gibi veriyorlar mereti isteyene. Sonra bir kimlik kontrolü daha yapılıp bir kat alta iniliyor. Hah hacı oraya inmeyin :D Şimdi o alt katta da iki bölme var. Birinde camekan dışında kolanızı sodanızı biranızı içebiliyorsunuz kolayca. Duman falan da yok, koku olsa da azıcık. Fakat camekanın içi canhıraş. İçeride de Hırvatistan-Danimarka maçının uzatma dakikalarını izliyor onlarca keş. F5 olarak camekan dışında önce oturduk onlar birasını, ben fantamı alıp içtik maçı izledik camekan dışından. Uzatma ve penaltılarda hem penaltıları, atacağı köşeyi, modriç’in uzatmalarda kaçıracağını doğru tahmin ettim garip bir biçimde ama sonuç olarak Hırvatistan kazandı, yanımızda maçı izleyen ama esrardan adını unutmuş olan Danimarkalı şahıs işemeye gitti. [Dünya Kupası ile alakalı bir ekleme: İlk önce Almanya’yı destekledim, elendi. Sonra Portekiz dedim, elendi. Akabinde İspanya dedim, elendi. Sonra Hırvatistan dedim g.tünü zor kurtardı penaltılarda. Başka diyeceğim yok] Sonra bizim tayfa camekandan içeri girek dedi. Neyse gerisini sonra şeyaparız :D Yok la yok, ben de tırsa tırsa girdim, ilk 3-5 saniye koku rahatsız etse de sonra burun koku almamaya başladı. Onlar uyuşturucusal maddesel eylemlerini gerçekleştirdiler, ben fantamı şeyaptım, sonra kalkıp evimize olaysız bir şekilde dağıldık. Fakat bir daha gitmem hacılar. Kafası normal çalışan uyuşmamış tek birey olarak o ortamda bulunmak cidden zihnen çok çok çok yorucu. Neyse böylelikle ilk gün de sona ermiş oldu, sabaha olaylar olaylar... (Örnek diyalog: -Tam bir günah gecesi yaşadım abi +Ohaaa naptın la? -Yatsı kaçtı :/) (Alttaki videodaki müzik, Jana tarafından tüm otobüse mütemadiyen dinletilmek üzere zihinsel baskı ve işkence yapılmasını sağlayan şarkıdır efendim. Evet. Tamam güzel de, MÜTEMADİYEN)

Tamam ya yetmez mi bu kadar? Efendim? Nabim merak edeceksin mecbur :D 2. Yazıda Görüşmek Üzereeeee :) Tschüsssss

Yorumlar