Aminoasit Güzeli, © 2012-2013


Aminoasit Güzeli, © 2012-2013

Bölüm 1

Belki hayatımın geri kalanı için yapıtaşıydın sen. Belki de sadece 3-5 saniyelik bakışlardın. Ama sen vardın… Nereden görmüştüm ki seni? Sadece binlercesinden biriydin ama farklıydın be. Aynı otobüse binmemiz tesadüf olamazdı. Aynı havayı solumamız da. Ya sen gerçek olmazdın o zaman, ya da ben akıllı. Divane olmam gerekirdi bunların rastlantısal olması için. Gözlerin o kadar güzeldi ki… o kadar güzeldi ki… yakutlar zümrütler ve elmaslardan oluşan tüm parıltılar güneşin yanında pili bitmiş el feneri gibi kalırdı. Ve bakışların o denli etkileyiciydi ki; super nova olmuştun sen hayatımda o bir kaç saniyelik bakışma anımızda.

Ne ismin vardı belleğimde, ne de başka birşeyin. Sadece afallatan güzelliğin, beni bitiren tavr-ı şahanen, ve unutulmaz bakışların kazınmıştı belleğime. Ve zaten çıkmazdı bellekten, bir kez kazınmışsa birşeyler. E peki seni nerden bulacaktım? Rastlantılara mı umut bağlamam gerekiyordu? Kalbime ilk kez güvenmeyi deneyecektim ve bırakamazdım da seni. Zaten ben bıraksam bile, bakışların düşmüştü peşime bir kere. 118li numaraları mı arasam yüzünü tarif ederek? Veya tek tek sorsam mı evrendeki seni tanıma ihtimali olan her canlıya? Günlerin geçmesi de etki etmezdi. Sadece gönül ocağıma alevini atardı. Nasıl bulacaktım seni ey aminoasit güzeli! En güzel proteinin en güzel yapıtaşı! Dualarımın her harfi de sensin. Olur da kesiştirir yollarımızı rabbim diye, her an fikrimdesin, zikrimdesin ve gözlerimin önünde, rüyalarımın merkezindesin… dualarımsın ve google’de bile aranmadığı kadar aramalarımdasın. Bilmesem ve tanımasam bile.. otobüs güzelim benim… neyse…. Başını ağrıttım be güzelim…

Son olarak: Bayramın kutlu olsun aminoasit güzeli! Nerede ve nasılsan… mutlu ol daima ve yine bak bana olur mu? Mahrum etme divanelik müptelasını... yarın gel olur mu?

Bölüm 2

Sen miydin yine? Korteksime kazındı bir kere yüzün ama emin olmak için soruyorum işte... Bu kez daha da bir başkaydı, ilk kez konuşuyorduk senle. 4-­5 sözcük yetivermişti ayılmam için. Daha sen otobüse yönelirken gözlerim algılamıştı seni. Algıda seçicilik. Daha doğrusu: algıda sen... Onca göz’ün arasında senin zümrütlerine odaklanıvermiştim bir anda. Gülüyordun işte yanındaki arkadaşına. Çok hoş da giyinmiştin. Tebrik ederim, güzel giyiniyorsun. Böyle devam. ama biraz resmi giyinmiştin sanki. Siyah ağırlıklı, tıpkı benim gibi.

Otobüse adımını ilk attığında, gözlerim sendeydi, dualarım sende, yakarışlarım gökte. Bu tarafa gelse diyordum, fazlası değil, sadece bu tarafa gelsen ve görebilsem seni. Bakabilsem sana uzaktan uzağa ve platonikçe. En usta olduğum konuda yani... Ve birden bire, hiç sebep yokken, otobüs bomboşken, yürüdün bu tarafa doğru, otobüsün sağ arka tarafına. Yani tam da önüme... Şükür yağmuruna tutuyordum gökleri. Her zerrem teşekkür ediyordu Allah’a. Sonra, içimdeki diplerden çıkan cılız bir ses bakmamamı söyledi. Uydum ona, ve senle konuşurkenki bir sahneyi içeren muhteşem bir hayal kurmak üzere kapadım gözlerimi, cama doğru yaslandım. Hayalin en güzel yerinde ‘gözlerine dalmışken’ daha muhteşem bir hayale uyandırdın be aminoasit. O güzel sesinle, aramızdaki ilk sözcükleri yerleştirdin korteksime: ‘’Şey, siz şu soldaki koltuğa otursanız, arkadaşımla bu iki koltuğa otursak?’’ (yanımdaki koltuk boştu). Öyle sevindim ki... bayramda 5 lira beklerken 20 lira alan çocuk kadar, oğluna kavuşan anne kadar, paltosunun cebinde para bulan biri kadar, aylar sonra et yiyebilen bir fakir kadar. Bunların hepsini toplasam, sevincimin yanında elektron kadar kalırdı inan. Durdum. Gözlerine baktım, yanıtım zaten belliydi, hayır diyemezdim sana. Sadece gözlerine odaklanmak için küçük bir bahaneydi bu yaptığım. Kalktım, boş olan diğer koltuğa oturdum.

Sevinçten uyuyamadım yolun kalanında. Ve bir kaç sevinç dalgası daha geldi yol boyunca, ard arda, ardışık doğal sayılar kadar... Sola dönüp dönüp bana baktın, ben sana bakmazken. Sonra... İneceğim yerde indim, senden once yani. Ve sonra yürüdüm. Camdan yine bakıyordun. Sevincim arttı ama bu kez hüznümle birlikte. Çünkü nasıl bulacaktım ki seni? Bilinmezler içerisinde adımlamaya başladım yolu...

Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... 100 metrelik yol, kilometre etkisi yarattı üzerimde ve eve geldim. Sana dua ettim. Tekrar bin o otobüse olur mu? Tekrar yer iste benden. Tekrar yer vereyim sana, tekrar bak bana, tekrar ineyim, tekrar otobüse bin, tekrar yer iste, tekr........

Görüşmek üzere....
Korteks : Beynimde aminoasit depolanan yer

Bölüm 3

Uzun süredir anlattığım #aminoasit aslında bir hayalimin tezahürüdür, şöyle ki; Her yıl dileğim aynıdır aslında. ileride eşim olacak kimseyle tanışmak en azından, mutlu bir sene geçirmek, sağlık sıhhat başarı ile dolu olmak. cok sukur rabbim hepsini verdi, fakat bilmediğim tek şey senle tanışıp tanışmadığım.

Belki tanışmışımdır senle, belki yoksundur hiç, belki de gelmemişsindir henüz hayatıma. bilemiyorum. ama yapabileceğim birşey varki, şimdiden sana seslenebilmek, belki ileride gülerek birlikte okuyabileceğim yazılar yazmak ve birazcık da içimi dökmek. bir aralar seni buldum sandım ama olmadı tabi, sonra bıraktım aramayı. ve başladım sana yazmalara.

Yeni yılın kutlu olsun aminocuğum. git ders çalış, final haftası balım. al bi de yılbaşı hediyesi aldım ki sana... of of... Neyse kısacası... Her yıl dileğim aynıdır... Bulmak seni #aminoasit. yeni yılın mutlu ve benle olsun ;)

Bölüm 4

Sinaps ve arkadaşları Merhaba... Yine ben. Biliyorum belki okuyorsun bu satırları. Ve belki gülümsüyorsun her cümlenin sonunda. Veyahut belki habersizsin bu yazılardan. Belki hiç yoksun. Veyahut...

Bu cümlenin devamında gelebilecek binlerce olasılık var aslında. Ve hangisinin doğru olduğunu ikimiz de bilmiyoruz. Hatta aklımıza gelebilecek tüm olasılıkların bir fazlasıdır kaderimiz. Belki tüm bu yazılarım silinecek, veyahut sana layık olmadığı için göstermek istemeyeceğim bu satırları sana. Ama yazıyorum yine de bıkmaksızın. Ve inan tüm bu yazıları şuan blogda çalan müzik eşliğinde yazıyorum ileride birlikte dinleriz diye.

Aman neyse. Biliyorsun 14 Şubat yaklaşıyor. Bundan once her 14 Şubat’ta seni bulamadığımdan bahisle hüzünlenirdim gafilce. Fakat bu 14 Şubat’ta bambaşka bir şey yapmayı düşünüyorum : Dua etmeyi. Sabır gücü için dua etmeyi. Çünkü biliyorum sabırsız biriyim. Seni bulabilmek için çokça sabırsızlıklar gösterdim. Belki uğraş verdim ama tüm bu süreç bambaşka bir gelişimi sağladı bende. Elbet birgün buluşacağımız fikri yeşerdi beynimde ve artık sabırsızlık melodileri yerine sabır ezgileriyle dolduruyorum işitme sinirlerimdeki sinapsları ve içindeki nörotransmitter maddeleri (işitmeyi sağlayan şeyler). Tsm dinliyorum, İsfehan veya Rast makamında ney taksimi dinliyorum falan işte. Fakat bu melodilerin hepsi seni anımsatıyor ve Joker’deki gibi yapay olmayan bir gülümseme beliriyor dudaklarımda. Bir arkadaşımdan gelen güzel bir mesaj vardı geçenlerde. O mesajda diyordu ki : ‘zaman geçse de sevgi hep olduğu yerde kalır.’ Katılıyorum. Kalacaktır eminim bende. Başka yerlere dağıtmayacağım kalbimdeki sevgi yüzdesini. Tamamı sana.

Neyse hadi görüşürüz. Doğum günümde gökyüzüne bak olur mu? Bir umut işte.. Devam edecek yazılarım ölmezsem inşallah.

Bölüm 5

Her kelimenin kendine has bir manası vardır. Aminoasitin sözlüklerdeki anlamı ise: proteinlerin temel yapi elemanlari.. Her protein polypeptide diye adlandirilan amino asit serilerinden olusur..' bu şekilde. Fakat benim zihnimde çok farklı anlamlara sahip ve zaten bunları biliyorsunuz. peki neden karboksilli asit veya endoplazmik retikulum veyahut narçiçeğim vs. değil de -aminoasit- diye soran çok oldu. şöyle ki: 

Evren, kainat inanılmaz büyük. kafamızın alamayacağı kadar. Fakat bu kainatı anlamlandıran en temel öğe ise dünya. dünya olmasa bizim için anlamsız olurdu en azından kainat. çünkü biz olmazdık. Dünyayı ise önemli kılan şey, güneşe mesafesi falan değil. Bizler. Yani insanlar. Çünkü tüm evren insanların emrinde. İnsanların oluşturduğu birlikteliğe ise toplum deniyor. Toplumun anahtarı ise aile, ailenin en temel yapıtaşı ise eş. yani bir vücut için aminoasit neyse, benim için de 'aminoasit' o! 

Peki insan proteinsiz kalmak ister mi? sanmıyorum.

Bölüm 6

Güzellik abidem, amino’m…

Çokça şeyi sebepsizce merak ediyorum senle ilgili, benle ilgili ve hatta daha doğrusu bizle ilgili. Mesela neyi merak ediyorum biliyor musun? Senin aminoasit olduğundan emin olduğum ilk an ne yapacağım mesela? Yüzüm pembeleşen soğanlar gibi renk mi değiştirecek yoksa dilim işlev kaybına mı uğrayacak karşında? Şiirler yazabilecek miyim sana doyasıya, sen bıkana dek? Gözlerime, benim sana baktığım gibi bakacak mısın veya? Bir şarkımız olacak mı? (Şarkımız konusunda iki üç tane önerim var. Mehmet erdem – herkes aynı hayatta, ali atay – yalan, ali atay – beni affet). Daha başka bir çok sorum var. gözlerimiz dakikalarca kenetlenecek mi acaba? Kimseye anlatmadıklarımı sana anlatabilecek miyim yada?
Bunların hepsi yanıtsız benim için ve sadece bir hayal şu zaman dilimi içinde. Sadece hayal. Ama bunlar tabi bazen bana öyle umut aşılıyor ki. Anlatamam. Ama anlatabileceğim birşey var ki, bazen bu hayallerin üzerimde bıraktığı umutsuzluk etkisi.

O an ne oluyorum biliyor musun? (Bilmiyorsun). Konuşasım gelmiyor, asosyale bağlıyorum, yazıyorum sayfalarca, dinliyorum dakikalarca (arabesk) ve beynimin önbeyin (Prosensefalon) bölgesine baskılama yapıyorum. (bu bölgeye yapılan baskılama sonucu kişi bu süre zarfında mantıklı karar veremez).

Böyle işte… Görüşmek üzere günbatımım… Amor Ercanoğlu, namı diğer Müslüm Fincan :))

Bölüm 7

Merhaba amino, uzun bir aradan sonra yine ben. Nasılsın? Eminim yine herzamanki gibi güzelsindir. Göreceli olan güzellik kavramı, konu sen iken bende objektifleşiyor ve en güzel kavramının karşısına sen geliyorsun - kim olursan ol -. Güzelliğin güzelliğinden değil, senden kaynaklanıyor. Sen olmandan, Aminoasit Güzeli olmandan.

Neyse, Finaller başlamadan once oturdum sana şiir yazayım dedim. Yanılgım doğruymuş, çünkü çok iyi biliyordum ki oturma ile değil, içten gelen duyguyla yazılır şiir. ve doğal olarak yazamadım. içimden geldiği bir zaman ise Yılmaz Erdoğanın beyaz kağıt şiirini dinledim ve vazgeçtim yazmaktan.

Bilmiyorsundur muhtemelen ama, bu yılım çok güzel, dopdolu gecti. Her açıdan beğendim bu yılımı. 2013 uğur getirdi muhtemelen proteinlerime. Saymakla bitmez, ileride birer birer anlatırım sana. Benim asıl anlatmak istediğim ise şiirlerde saklı. Şiir demetlerinin içimde yeşermesi için tek gerekli varlık, gözlerin ve onlar olmadan her şiir sadece bir karalama, en güzel manzaralar sadece bir ayrıntı ve en leziz yemekler sadece bir kaç ATP'den ibaret.

Muhtemem bir yaz geçirmemiz dileği içimde dolarken, görüşmek üzere. Adios :)

Bölüm 8 – Mektup

Eskiden mektup gelirdi sevgiliden. Simdi ise modern zamanlar sevgiliden mektup değil email getirtmeye başladı. mail kutumun şenlik sebebi belliydi: Aminoasit 

Mail şöyleydi : "ADENIN bazli Dna sarmalim, mfc... merhaba... Uzun süredir yazmayı arzuluyorum bu yazıyı aslında. Özleminden bir türlü fırsat bulamadım. :) Beni birebir anlatan ve beni benden alıp, sebepsiz ozlemlere ve durduk yere hüzünlerime yol açan tüm yazıların için öncelikle çok teşekkür ederim. Görmeden aşık olmaya güler geçerdim eskiden, şimdi ise gülmelerin yerine gözyaşı damlalari aldı. Beni severmisin, beğenir misin, red mı edersin hiç önemi yok. Çünkü zaten bir karşılık bekleseydim bunun adı aşk olmazdı. Anlayacağın aşkın en yoğun hali var şuan kılcal damarlarımda kan yerine dolaşan. Görmeden ve aşık olarak... Biliyorum şuan büyük bir heyecan ve merak var ve birçok soruyu sormak için bu yazıyı bitirmeyi bekliyorsun... Anla halimi iste "yazılarını okurkenki halimi..." Adımi aminoasit olarak bil yeter, daha fazlası seni benden uzaklaştırır diye korkuyorum açıkçası. Ve inanır misin, bu yazıyı da blogundaki müzik ile yazıyorum. Sebepsiz yere merak ediyorum, mesela senle ilk karşılaşma anımız nasıl olacak diye.. Ve birçok şeyi de seninle birlikte yapmayı arzuluyorum. birlikte kırlarda kitap okumak, pes oynamak, birbirimize şiir yazmak, birlikte müsta yapmak ve en önemlisi de karşımıza çıkabilecek olası tüm zorluklara birlikte göğüs germek. Yani anlayacağın, velhasıl seninle birlikte olabilmek... Sana neden "adenin bazlı dna sarmalı" dediğimi de söyleyeyim : sana özendim ve "aminoasit güzeli" kadar eşsiz birşey bulamadım. Ve aklıma ilk bu geldi, lise bilgilerimden aklımda kaldığı kadarıyla... Bir kızın hayal edebileceği en yüksek noktadaki hayal çiçeğimsin. Daha yükseği yok ve imkansız da 7 milyar insan içinde. sözün özü, '1 > 7 milyar' senden sonra... Gevezeligime son verirken senden gelecek bir maili ve yayınlayacagin her yazıyı merak içinde bekleyeceğim... Yaz tatilim sen olacaksın, ceza kanunlu prensim... 'Aminosit Güzelin' "

Gelen kutumun baştacı bu şekilde. Hemen sonrasında attığım mail sonrasında bekliyorum yanıtı heyecan ile dolu bir hâl ile, merak denizinde boğulurcasına... Beklemek bana seni hatırlatıyor, ve her şarkı seni anımsatıyor; güzelim -Amino-

Bölüm 9 – Noksan Ömrüm

Hayalimdeki tezahürü sendin sevginin dünya izdüşümündeki güzel.
Herkes farklıdır ama sen gerçektin.
Veya daha basitinden; Sen bendin.
Özgür derler kelebeklere fakat,
Sen benden bile özgürdün.
Ben kelebeklere fark atıp da;
Düşlerine odaklıyken
Gülümsemen – o nadir olanlardan – sadece aklımı karıştırdı
Pamuk ipliğine bağlı gönlümü bir batman halatla gönlüne bağladı
Fakat basit bir düğüm vasıtasıyla.
Koşmaktan ilk kez hoşlanmaya başladım Seni anımsatan yağmur zamanlarında
Uçsuz bucaksız yollar yanımda.
Şiire senin gözlerinin hayaliyle başladım yeniden
Tekrar hoş geldin dedi mısralar zihin sarmallarıma
Belki imkansıza aşkımdandır bu benzersizlik
Veyahut mesafelerin çokluğudur seni bana yaklaştıran
Gönlünden gönlüme olan türden
Ne zamandır vermemiştim hüzün serumundan kılcallarıma
Aramaktaydım hazan yağmurlarını ve
benzi sararmış yaprakları kurumuş ve rüzgarla savrulmayı seven bir halde bir nehrin,
sensiz akıntısına
üç beş dakikalık idin yalnızca ömrümde veyahut günler,
dakika hükmüne geçmişti hızla geçer ve anlamsız bir hoşgeldin sesi ile anlamsız ve
cılız veda edercesine…
o sessiz gözlerine, ve arkasındaki sayısız hüzne hadi dercesine her gülüş sen,
her kırmızı ayakkabı senin sanki
her mutluluk seninle ve her hayal ise noksan senden severcesine.
Zihninde bir gülümseme ben olayım
O bana yeter
Ömründe bir yer alayım
Beni mesud eder
Tıpkı özlercesine

Amino... iki ay önce denemiştim ya hani. sana şiir yazmayı. şiir ile ıslanmayı. başardım sanırım. tanımadan, bilmeden, görmeden zor oldu fakat başardım girebilmeyi uzun zaman sonra şiir mahallesine. teşekkür ederim... Özleme ve özleyenlere. Benim gibi

Bölüm 10

Düşler Salıncağım,

Sürekli şiirlere koşma nedenim sen oldun demiştim değil mi güzellik yapıtaşım? Cıvıl cıvıl geliyor hergün bana senin gözlerinle uyandığım zamanlarda. Güneş bir başka güzel ışıldıyor. Yemyeşil çimenler üzerinde uzanasım geliyor saatlerce, yanımdaki senin hayali ile. Rüyalarıma seviniyorum ve sırf seni göreyim diye uykular ile arkadaşlık ediyorum. Çok ama çok absürd hayaller kuruyorum seninle alakalı. Nerelere gideceğimizi not ediyorum aklımın minik saraylarına. Hafıza sarayımın en büyük odasının en ihtişamlı mücevherinin adını aminoasit koymamdan ötürü sanırım mücevherin bu kadar sevilmesinin sebebi. Veyahut fazlasıyla hüsn-ü talil yapıyorum. fakat işin içinde sen varsan, herşey hüsn değil mi zaten? Bir karar vermemin gerekliliği çarpıp duruyor gönlümün sahillerine süregelen bir dalga biçiminde. Uzun ve denizkabukları, dalga esintileri ve deniz maviliği ile donatılmış bir halde koşmak istiyorum seninle hayal okyanumda.

Sadece ve sadece oturup şiir yazmak istiyorum saatlerce sana. İçinde martıları, çakıl taşlarını, en narin gülleri ve düşlerini barındıran. Küçük bir sahil kasabasında olan. Sessiz ve huzurlu. Veyahut senli ve huzurlu. Küçük bir çamaşır makinası gürültüsü olsun sadece. Ve bir de rüzgarın uğultusu aksın corti’mden. (işitme sinirlerim). Çocukken çizdiğimiz resim vardır ya hani. Ev, iki dağ arasından akan nehir, tepedeki güneş ve mutlu bulutlar. Işte oraya seni de ekliyorum hülyamda ve boyaya gerek kalmıyor. Rengarenk oluyor tüm tuval, tüm kağıtlar ve tüm dünya. Öyle şiirler yazmak istiyorum ki; Hiçkimsenin okuyamayacağı türden. Okusa da anlayamayacağı. Senin bile…

Sonra umut partikülleri salınıyor yavaş yavaş kılcallarıma doğru. Senin umudun geziniyor kalbimde, akciğerimde ve zihnimde. Dua ile buluyorum tüm gücümü. Milyar olasılığın ‘sen’inle birlikte olanını karşıma çıkarması için dakikalar ediyorum secdede. Yaz bitiyor be amino. Tatil bitiyor. Hengamem kaldığı yerden devam ediyor. Biliyorsun bu sene mezun oluyorum. Hayat yollarına ilk adımımı atıyorum galiba. Şimdiden söyleyeyim, Pek vakit olmayacak gibi ama ilk fırsatta yine geleceğim buralara. Bu satırlara. Buluş yine benimle olur mu? Gelecek yaz yine hep buradayım. Yine hep hayalin burada. Gözlerimi unutma olur mu? Yine bin o otobüse olur mu? Yeşil olan ve daim seni anımsatan.
Aufwiedersehen, Tschüss, Nashledanou, Ciao, Adios, Hasta Luego, Hasta Despues, Hasta la Vista. Veya daha kısasından; Görüşmek üzere…

Adenin Bazlı Sarmal, mfc…

Bölüm 11

Merhaba. Bazen şizofren olduğumu düşünmeme sebep olan güzel. Yazın bitişiyle başlayan hengame yeni yeni ilk dalgalarını sakinleştirdi ve ben de direkt geldim buralara yine.

Seni son görmemden yaklaşık 4.5 ay geçmişti. Yani tam tamına 135 gün. 3240 saat. 194.400 dakika. Bazısı için bir an, bana ise bir ömür gibi geldi. Fakat değdi. Çünkü yine herzamanki yerimizde buluşmuştuk. Yeşil aktarma otobüsü. Eski, yeşil, ağır fakat bana daim cennet gibi gelen o güzelim otobüs. Okuldan çıkmış giriş kapısına, otobüs bekleyiş seramonimi başlatmak üzere mutlu bir ruh hali içinde yürüyordum. Sebebini bilmiyordum ama mutluydum. Birkaç gün önceki ruhsal bulantılarım kalmamıştı. Sıkıntıdan, dertten, tasadan Eser yoktu. Açıkçası bu esnada içimde seni görme arzusu, umudu, beklentisi, olasılığı da yoktu. Fakat olur ya işte herşey birden bire, ansızın… 4.5 aylık düşsel hasretim de birkaç salise içinde bitivermişti.

Okulun girişindeki turnikelerde duran sendin. Pembe aksesuarların çok ama çok hoştu. O kadar hoştu ki; çevrendeki tüm ağaçların yaprakları telefonunun kılıfının rengine bürünmüştü sen oradasın diye. Yine baktın, yine afalladım, yine çaktırmadım. Belki sen anladın ama emin ol başka kimse anlamadı afallamalarımı. Yürüdüm geçtim yanından, oturdum duvarın üzerine, kulaklığımdaki mutlu tınıları örs çekiz özengi (nasıl yazıldığı ve sıralaması hakkında bilgim yok amino. Lisede dinleseydim iyiydi) doğrultusunda beynime ve oradan kalp atışlarıma gidiyordu. Ekg çekilse senin adın yazardı emin ol. Kirilian fotoğraf ile bakılsa her tarafım pespembe olurdu. Auram sen, teofizik sen.

Ve sonra beklenmedikler devam etti. Sen geldin, hemen yanı başıma oturdun. 30 cm kadar uzağıma. Aramızda sadece 30 santimetre uzunlukta olabilecek kadar oksijen vardı. Bu kadar. Arasıra bana bakmaların sadece dopamin seviyemi artırıyordu. Ki zaten dopamin artınca gerisi teferruat olurmuş metabolizmada. Neyse, dakikalar geçti böylece. Sessiz ve yanyana. yine aktarma geldi. Önden yürüdüm sen umuduyla, döndüğümde eski yerinde yoktun, aktarma da boştu, gerisi ise benim için boş zaten. (ciddi ciddi birkaç saniye düşünmedim değil şizofren miyim lan diye. Hani gerçekten öyleyse durum vahim.)
Sevdiğinin yanındayken kelimeler sadece gürültüden ibarettir demişti aksakallı dede. Haklıymış… biz sessizliği seviyoruz değil mi? gürültüsüz ve yanyana… eve gittiğimde Pembe renk o gün tüm renkleri bastırıyordu, toz pembe dünyada sadece pembe kalıyordu.

Pembe ve mutlu anılar. Çikilata tadında…. Ne demiş Almanlar; “Ich liebe schokolade mit dir.” (:

Ağaçlar pembe oldu dediğimde inanmadın değil mi?
- Burada oturup çay içelim mi?
+ Çay içmediğimi biliyorsun aminocum :)
- Kahven az şekerli olsun değil mi? :)

Bölüm 12 – Mektub-u Harabat

Mail kutusu şenliklerim final haftası öncesinde -birkaç gün önce- başladı tekrardan. Mutlu keçiler gibi gülümsedim istemsizce... Şenlik sebebi belliydi; bir mektup. Daha doğrusu bir mail...

"Adenin Bazlı DNA Sarmalım, mfc;

Çok uzun zaman oldu değil mi? Zaten saniyeler bile ilerlemek konusunda isyankar iken; bir de aylar eklenivermişti düşmanlarım arasına. Beklemek ne zor bilir misin sen? Dopdolu bir yaz geçirme hedefindeydim aslında, hedefimdekilerden biri hariç hepsi de gerçekleşti hatta. Fakat senin eksik olman dopdolu olabilecek herşeyi bomboş yapıyordu. Buna cennet de dahil galiba. Ilk gezi yazını okuduğumda hüzün ve sevinç birleşti bir anda. Gitmiştin, yoktun ve seni görme ihtimalim az iken hiç olmuştu. Çok çok uzaklardaydın. Hoş, 2 metre ötemdeyken bile uzak değilmiydik sanki? Desen ki; “Yazın neler yaptın?” –merhaba bile demen yeterli ama…- “Parklarda oturdum, kırlarda gezdim, denizlerde ufka baktım, senle aynı anda bakıyoruzdur umuduyla gökyüzünde bir yıldız seçtim ve bakışadurdum” derim. Bir aşık divaneliğinde. Bulutlarda adını hayal ettim, rüzgarda fısıltılarını. Her yazında daha da bir mutlu oldum okudukça. Çünkü biliyordum sen mutluydun ve bu bile yeterdi bana. Çok istedim satırları doldurmayı. Her defasında sildi ellerim. Kalbim yazdı, ellerim sildi. Korkudandı belki bu. Bilmiyorum

Okul açıldı, ve beni anlattığını gördüm yine bir yazında. Içim içime sığmadı, 1 hafta gülücükler saçtım her tarafa; sırf gülmek sadakadır diye, sırf senin sadakan olsun diye. Çok zaman seni görüyordum günler geçtikçe, ve bana bakmamaların gülücük meltemlerimi hüzün fırtınalarına çeviriveriyordu. Konuşasım geliyordu, ve her defasında vazgeçiriyordu birşeyler beni. Ne olduğunu bilmediğim sebepler… Neyse; bekliyorum… Bekliyorum desem de yanlış aslında. Belli ki farkımda değilsin artık. Belli ki farkındasız bir güneşli merhaba demişsindir. Belki de bana demişsindir. Umut içinde bekliyorum... Ama en güzeli uzaktan sevmekti belki eldekiler arasında… Kim bilir?

Görüşmek üzere, Amino.

Bölüm 13

Uyurken ve kalkarken aklında sürekli aynı kişinin varlığı bazen azap verebiliyor. Mutlu rüyaların varlığı ne kadar çok olursa olsun, vuslatın veya mutsuzluk ihtimalinin varlığı bile azap sebebi oluyor gece lambası açık gecelerde.
Ne de güzel başladı herşey ikimiz için. Numaralarımızı aldık, saatlerce konustuk, yemek yedik, gezemedik ama gezmiş gibi yaptık. Parktaki halimiz görülmeye değerdi. Sakarlıklar ve biz. Sevimli ve 'sevgi' ile dolu sakarlıklar. Birbirimizden sebepsiz utanmacalar. Sanki bir ömür böyle sürecekmiş gibi...
Neyseki zaman geçti. Biraz alışmış gibiydik birbirimize. Birlikte gülüşmelerimiz, konuşmalarımız fazlacaydı. Ve umudumuz da. Fakat umut varsa zıddı da olmalıydı, umudum kırılıyordu periyodik olarak. Yine böyle bir zamanda çok kıymet verdiğim bir dostumun iki üç kelimesi yetivermişti; “vazgeçme Müslüm, sabret”. Her ne kadar engel olduğunu hayal etsek de, belki kabullensek de; birşeyi unutuyorduk ikimiz de: dua ettiğimiz Zat-ı Celal herşeye Kadir değil miydi? Bizimkisi neyin acelesiydi meftun bir halde? Sinemada aynı filmi farklı zamanlarda da olsa izleyebiliyorduk, buna şükretmeliydik. Aynı filmler, aynı kitaplar, aynı mutluluklar, aynı hırçınlıklar, aynı bekleyişler ortak özelliğimizdi. Buna şükretmeliydik aslında. Hem artık adını da biliyordum ve bu bile yeterdi aslında bana. Çünkü insan küçük mutluluklarla yetinmeliydi. Zira, Şükrün aslı bunu gerektiriyor gibime geliyor.

Bir ilahinin sözlerini sana çeviriyor zihnim her ne kadar istemesem de; Etmek mi muradın beni sermest-i harab? Ta haşre kadar böylece mecnun olarak
Herşey bakış açısında gizliydi aslında, yanlış olan bizim seçimlerimizdi (:

Bölüm 14 – Bakış Açısı

Bir eğitim öğrencisinin attığı mail;

Aminoasit ve ben, bir üçüncü kişi gözünden… “İyi günler. Zirve’deki Eğitim Fakültesi Pdr bölümünde bir öğrenciyim. Yazılarınızı ilgiyle ve merakla takip ediyorum. Izin verirseniz, sırf size denk geldiğim için yazmak istiyorum sizle alakalı dışarıdan gördüklerimi.

Yine bir gün turuncu aktarma otobüslerini bekliyordum bu sene başında. Okuldan çıkmış ve yorgundum. Hava soğuk değildi ama Zirvenin konumundan ötürü rüzgar vardı hafiften. Gişelerin orada biri başını çevirdiğinde diğeri bakan iki kişi dikkatimi çekti ilk önce. Pembe pembe giyimli bir bayan ile gözlüklü siyah ağırlıklı giyinmiş biriydi. Ikisi de birbirini izliyor ve bunu diğerine çaktırmamaya çalışıyordu fakat aslında ikisi de çocuklar gibiydi ve çok rahat anlaşılıyordu birbirlerine olan ilgisi. Kimse izlemiyordu sanırım benden başka zaten bu ikiliyi. Birbirlerinin gözlerine baksalar leyla&mecnun’u aratmayacaklardı belki fakat iki çekingen vardı sadece. Sonra otobüs geldi. Ben yavaş yavaş otobüse yürürken bu ikiliye de bakıyordum. Siyahlı olanı önden yürümeye başlamıştı fakat apaçık belliydi ayaklarının arkaya götürmek istediği. Arkasına bir bahane ile baktığında kız yoktu çünkü Pembeli hemen kalkıverdi, ve yürüdü diğer yandan gelen mavi otobüse. Fakat pembelinin tam binerken bakışı ve yüz ifadesi vardı ki; ansiklopedileri, antolojileri, kitapları, defterleri işgal edebilecek vuslat kavramı sadece bu ifade ile açıklanabilirdi kolaylıkla.

Sonra eve gidip aminoasit güzeline yazısını okuyunca anladım ki, bu şahit olduğum bir aşk serüveninden başkası değildi zaten.”

Böyle işte aminocuğum. Hayatımdaki sen “puzzle”ında tek tek tamamlanıyor parçalar. Sensizlik parçası gibi en büyüğünü bulduktan sonra diğerleri sadece teferruat kalıyor benim için. Bir gazetedeki icra ilanı gibi teferruat. Neyseki güzel günlerimiz başladı. Annenle tanışmam benim için biraz zor geçse de başardım gibi. Gizliden de olsa –biraz heyecan katması iyi oluyor aslında- seviyorum bu serüveni be aminom. Iyi ki buldum seni, bulduk birbirimizi. Bir ömür kaybetmemek üzere…

Annenin gözüne girdiysem ne mutlu (: 

Bölüm 15

Aminoasit Serisinde (“sen” serisi) sona yaklaşırken (Bitirmemem konusunda beni iknaya çalışsan da yapacağım bunu. Biliyorsun, lakabım “sauron”, diktatörlük benim işim) aklıma gelenleri yazayım dedim aminom. Süpermarket poşetiyle mahalle bakkalının önünden geçmemek için yolu uzatanlar gibiydik ve kaçışırdık durmadan birbirimizden hatırlarsan. Ama eminim ki bugünlerimizi bilsek ikimiz de bunların hiçbirini yapmazdık ama bu düşüncelerime sihirli üç kelime set çekiveriyor anında; “nasip, hayırlısı, kısmet”. Farkında olmaksızın aynı ortamlarda buluştuğumuzu birbirimize anlatışımız da ne güzeldi ve ne çok eğlenmiştik o güneşli cumartesi gününde, daim buluşma noktamız olan parktaki o bankta. Sen ödül törenimde çuvallama anımda salonda oturanlar arasında iken olayın farkında değildin ama sen olsaydın yine de yapmazdım sanırım öyle bir hata. Veya beni takip edişlerin otobüsten indikten sonra, ben farkında olmadan. Ah ne türden bir delilikmiş bizimkisi. Boşa geçen veya aramızdaki bağlantıyı düğümlerle perçinleştiren o delilikler… Yeşil aktarma otobüsünde benden yer isterken başlamış ilk kıvılcım dediğine göre, ve emin ol eşzamanlı ilerliyormuş sevgisel bağlantımız (bu konuda verdiğim sırları kimseye söylemeyeceğine eminim).

Öyle umutsuzluk kaplamıştı ki bir zamanlar bedenimi; boşvermeye başlamıştım hayatı. Seni istiyor, istiyor, istiyor fakat bir türlü muvaffak olamıyordum. Ve o zaman anladım ki; en çok neyi istersen o senin imtihanın olurmuş. Imtihanların en yukarılarındaydın benim için. Ne zaman seni çok sevsem özgüvenim sıfırlanıyordu. Ve bunun da aşkın en doğal belirtisi olduğunu biliyorum. Seni sevmem beni ne kadar geliştirdi farkındayım. Çok… Anlatamam (aslında sana anlattım). Aminom, Profesyonel bir yalancı olduğum aşikar ama en dürüst anlarım sana karşı. Kendimden tahmin edemediğim derece bir dürüstlük. Sudan öte bir şeffaflık. Herşeyi ama herşeyi anlatmak istiyorum sana, hayatımda yalan üzerine temellenmiş olan…

Velhasıl kelam; demek istediğim şu ki, teşekkür ederim. Var olduğun için ve “sen” olduğun için. Uzun süreli ve bir yastıkta kocamalık bir umut verdiğin için. Bitmemesi dualarıyla... “Yalnızlık Allah’a mahsus deyip, iki şeker atsam çayına?”
ps; Doğum günü hediyen başımın ucunda daima. Teşekkürler

Oha, Gülümsedi lan bana :) "bir zamanlar"

Bölüm 16 – Hikayenin Sonu

Hayatın her anında, her dakikasında ve belki kıyamete dek sizi düşünen birinin olduğunu bilmek insana huzur veriyor. Öyle bir huzur ki bu; karşınıza hangi zorluk, güçlük, aksaklık, engel ve türevi şeyler çıkarsa çıksın hepsinin üstesinden gelebileceğiniz umudu yeşeriyor bir anda zihninizde. Yaşadım, ondan biliyorum.
Iki genç düşünün. Mecnundan daha yüksek delilik derecesinde seven (“bugün pembe giymiş, kesin benim için” diye düşünebilecek kadar yüksek oranda bir delilik) ve Leyla’dan daha bir bekleme tutkunu. Yılları göze alacak türden.
Rastlantı diyenler de oldu, tesadüf diyen de; kaderin cilvesi de zikredildi, tevafuk da; ama ne denirse densin iki gencin fevkalade sayıda anormallik içeren hikayesi bu. En başından beri, ve belki en sonuna dek (ölene dek olacağını tahmin ediyoruz) devam etmesini istediğim hayat yoluna girişimizin simgesiydi tanışmalarımız, konuşmalarımız ve bir yüzük; üzerine isimlerimizin ses dalgası halindeki biçimini kazıttığımız. Ve aklımda bir çok sürpriz taslağını barındıran -6 Haziran 2014- (merak edince daha da bir güzel oluyorsun, biliyor musun amino’m)
Mezun oluyorum ve hayatımda yeni bir süreç devreye giriyor. Seninle yeşeren yeni umutlarım ve aspartamdan daha fazla şeker tadı veren türden hayal kutucuklarım var. Karşıma hangi zorluk çıkarsa çıksın, bana çözebilme gücü veren bir güzelin kalbine sahibim. Daha ne olsun!

Aminoasit yazılarına son verirken aslında yeni şeylere adım atmanın mutluluğu içindeyken biz, tek birşey söylemek istiyoruz sevenlere: “Duygular, içeride hapsolmak için değil; güne çıkıp çiçek açmak içindir.”
Bu sana blog üzerinden aktaracağım son yazım amino, umarım sevmişsindir ve okurken bu yazıları umarım gülümsemişsindir içten bir şekilde. Seni seven ve alelade hayatlarda başrol oynamaktansa, kalbinde figüran olmayı tercih eden (çok mu zorlama oldu ne?) (bu nasıl bir ergen cümlesidir arkadaş, hayattan soğudum. piyuvvv) adenin bazlı dna sarmalın; mfc… 
Hikaye, bitti. 

Gerçekten, hakikaten, cidden son yazı; Aminoasit Güzeline – 17, hiçbir gerçek gizli kalmayacak. Aminoasit kimdir, nedir, necidir, hangi fakülte, hangi sınıf, fotoğrafı vs. Hepsi Yakında

Bölüm 17 – Uyanış

Arzu da kim :O

Beklendi ve çoklar tarafından merak edildi biliyorum bu son. Takip eden çok fazla kişi vardı, bu kadar bir ilgiyi de beklemiyordum aslında “aminoasit yazı dizisine”. Hiç ummadığım kişilerden, umulmadık pozitiflikte tepkiler aldım. Ve bu da yazıdizisini devam ettirmemi sağladı.

Hemen söyleyeyim; “böyle mi biter” diyen olacaktır, bu sonun gerçekliği konusunda inanmayanlar da olacaktır, hala devamı geleceği umudunu besleyen olacaktır vs. ama söylemem lazım; aminoasit karakteri yok aslında. Tamamı hayalimin birer ürünü. Yemin de edebilirim. (yani Bu dünyada mevcut değil. Parelel bir evrende mevcut olabilir, o da umrumda değil). Bu yazı dizisine başlamam şöyle oldu; bir gün okul çıkışı turnikelerde beklerken canım sıkıldı. Oturdum etrafı izlerken aklıma bu tür birşey yazmak geldi. Sadece bir-iki tane yazarım diyordum. Beğeniler çokça olunca devam ettireyim dedim. Ki ayrıca bu yazıları yazmak nedense beni rahatlatıyordu. (Yazılara bazı bazı duygularımdan parçalar eklemedim dersem yalan olur. Fakat onlar da birkaç cümleyi geçmedi hiçbir zaman.) 

Genel taslak (aminoasit karakteri, bana attığı mailler, 3.kişilerin gözlemleri falan. Hepsi) kurmacaydı. Yazı dizisini mantıksal bir çerçevede okuyan bir kimse zaten anlayacaktır tezatları. Ve böyle birinin olmadığını. Ama tabi neye inanmak istersiniz onu bilemem. (Hala aminoasit var ve benim de hedef saptırma gayretinde olduğumu da düşünebilirsiniz. Your choice) (güvenini kaybettiğim için üzgünüm okurum. Ama durum maalesef bu) “Niye 17 tane yazdın peki?” diyen olacaktır; seviyorum 17 rakamını, başka bir sebebi yok. Açıklamam da yok buna. Yeminlen.
6 Haziran 2014 ise sadece mezuniyet tarihim. İnanmayan akademik takvime bakabilir. Başka bir mana veya atraksiyon yok

Bu denli bir öyküyü yaşamak istermiydim peki? Sanmıyorum. Kaldırabileceğim türden bir durum değil sanırım bu hikayede anlatılanlar.
Aminoasit Güzeline – 16 yazısında bulunan fotoğraftaki M harfi herhangi bir bayana ait de değildir. Benim baş harfim. (ego, diktatorya, sauronluk falan hep bende lan :/)

Bu arada; Bu yazılarla ne yapacağım belirsizdi açıkçası; ta ki bir dostumun tavsiyesine kadar: Kişiye özel kitap haline getireceğim. Sınırlı sayıda ve nadide insanlara. İleride belki günün birinde hediye ederim diye; aminoasitin en gerçeğine; bayan nihayet’e… Yeni serüvenlerde buluşmak üzere okurcuğum; Allah’a emanet ol. Takip ettiğiniz için TEŞEKKÜRLER

Ps; Aklıma geldikçe bu yazıda güncelleme yapabilirim gerçekler ile alakalı okurum.

Yorumlar