Aminoasit Güzeli, © 2012-2013
Aminoasit Güzeli, © 2012-2013
Bölüm 1
Belki hayatımın
geri kalanı için yapıtaşıydın sen. Belki de sadece 3-5 saniyelik bakışlardın.
Ama sen vardın… Nereden görmüştüm ki seni? Sadece binlercesinden biriydin ama
farklıydın be. Aynı otobüse binmemiz tesadüf olamazdı. Aynı havayı solumamız
da. Ya sen gerçek olmazdın o zaman, ya da ben akıllı. Divane olmam gerekirdi
bunların rastlantısal olması için. Gözlerin o kadar güzeldi ki… o kadar güzeldi
ki… yakutlar zümrütler ve elmaslardan oluşan tüm parıltılar güneşin yanında
pili bitmiş el feneri gibi kalırdı. Ve bakışların o denli etkileyiciydi ki;
super nova olmuştun sen hayatımda o bir kaç saniyelik bakışma anımızda.
Ne ismin vardı belleğimde, ne de başka
birşeyin. Sadece afallatan güzelliğin, beni bitiren tavr-ı şahanen, ve
unutulmaz bakışların kazınmıştı belleğime. Ve zaten çıkmazdı bellekten, bir kez
kazınmışsa birşeyler. E peki seni nerden bulacaktım? Rastlantılara mı umut
bağlamam gerekiyordu? Kalbime ilk kez güvenmeyi deneyecektim ve bırakamazdım da
seni. Zaten ben bıraksam bile, bakışların düşmüştü peşime bir kere. 118li
numaraları mı arasam yüzünü tarif ederek? Veya tek tek sorsam mı evrendeki seni
tanıma ihtimali olan her canlıya? Günlerin geçmesi de etki etmezdi. Sadece
gönül ocağıma alevini atardı. Nasıl bulacaktım seni ey aminoasit güzeli! En güzel
proteinin en güzel yapıtaşı! Dualarımın her harfi de sensin. Olur da kesiştirir
yollarımızı rabbim diye, her an fikrimdesin, zikrimdesin ve gözlerimin önünde,
rüyalarımın merkezindesin… dualarımsın ve google’de bile aranmadığı kadar
aramalarımdasın. Bilmesem ve tanımasam bile.. otobüs güzelim benim… neyse….
Başını ağrıttım be güzelim…
Son olarak: Bayramın kutlu olsun aminoasit güzeli! Nerede
ve nasılsan… mutlu ol daima ve yine bak bana olur mu? Mahrum etme divanelik
müptelasını... yarın gel olur mu?
Bölüm 2
Sen miydin yine? Korteksime kazındı
bir kere yüzün ama emin olmak için soruyorum işte... Bu kez daha da bir
başkaydı, ilk kez konuşuyorduk senle. 4-‐5 sözcük yetivermişti ayılmam için. Daha sen otobüse yönelirken
gözlerim algılamıştı seni. Algıda seçicilik. Daha doğrusu: algıda sen... Onca
göz’ün arasında senin zümrütlerine odaklanıvermiştim bir anda. Gülüyordun işte
yanındaki arkadaşına. Çok hoş da giyinmiştin. Tebrik ederim, güzel
giyiniyorsun. Böyle devam. ama biraz resmi giyinmiştin sanki. Siyah ağırlıklı,
tıpkı benim gibi.
Otobüse adımını ilk attığında, gözlerim
sendeydi, dualarım sende, yakarışlarım gökte. Bu tarafa gelse diyordum, fazlası
değil, sadece bu tarafa gelsen ve görebilsem seni. Bakabilsem sana uzaktan
uzağa ve platonikçe. En usta olduğum konuda yani... Ve birden bire, hiç sebep
yokken, otobüs bomboşken, yürüdün bu tarafa doğru, otobüsün sağ arka tarafına.
Yani tam da önüme... Şükür yağmuruna tutuyordum gökleri. Her zerrem teşekkür
ediyordu Allah’a. Sonra, içimdeki diplerden çıkan cılız bir ses bakmamamı
söyledi. Uydum ona, ve senle konuşurkenki bir sahneyi içeren muhteşem bir hayal
kurmak üzere kapadım gözlerimi, cama doğru yaslandım. Hayalin en güzel yerinde
‘gözlerine dalmışken’ daha muhteşem bir hayale uyandırdın be aminoasit. O güzel
sesinle, aramızdaki ilk sözcükleri yerleştirdin korteksime: ‘’Şey, siz şu
soldaki koltuğa otursanız, arkadaşımla bu iki koltuğa otursak?’’ (yanımdaki
koltuk boştu). Öyle sevindim ki... bayramda 5 lira beklerken 20 lira alan çocuk
kadar, oğluna kavuşan anne kadar, paltosunun cebinde para bulan biri kadar,
aylar sonra et yiyebilen bir fakir kadar. Bunların hepsini toplasam, sevincimin
yanında elektron kadar kalırdı inan. Durdum. Gözlerine baktım, yanıtım zaten
belliydi, hayır diyemezdim sana. Sadece gözlerine odaklanmak için küçük bir
bahaneydi bu yaptığım. Kalktım, boş olan diğer koltuğa oturdum.
Sevinçten uyuyamadım yolun kalanında. Ve
bir kaç sevinç dalgası daha geldi yol boyunca, ard arda, ardışık doğal sayılar
kadar... Sola dönüp dönüp bana baktın, ben sana bakmazken. Sonra... İneceğim
yerde indim, senden once yani. Ve sonra yürüdüm. Camdan yine bakıyordun.
Sevincim arttı ama bu kez hüznümle birlikte. Çünkü nasıl bulacaktım ki seni?
Bilinmezler içerisinde adımlamaya başladım yolu...
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm,
yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... 100 metrelik yol, kilometre etkisi
yarattı üzerimde ve eve geldim. Sana dua ettim. Tekrar bin o otobüse olur mu?
Tekrar yer iste benden. Tekrar yer vereyim sana, tekrar bak bana, tekrar
ineyim, tekrar otobüse bin, tekrar yer iste, tekr........
Görüşmek üzere....
Korteks : Beynimde aminoasit depolanan
yer
Bölüm 3
Uzun süredir anlattığım #aminoasit aslında bir hayalimin
tezahürüdür, şöyle ki; Her yıl dileğim aynıdır aslında. ileride eşim olacak
kimseyle tanışmak en azından, mutlu bir sene geçirmek, sağlık sıhhat başarı ile
dolu olmak. cok sukur rabbim hepsini verdi, fakat bilmediğim tek şey senle
tanışıp tanışmadığım.
Belki tanışmışımdır senle, belki yoksundur hiç, belki de
gelmemişsindir henüz hayatıma. bilemiyorum. ama yapabileceğim birşey varki,
şimdiden sana seslenebilmek, belki ileride gülerek birlikte okuyabileceğim
yazılar yazmak ve birazcık da içimi dökmek. bir aralar seni buldum sandım ama
olmadı tabi, sonra bıraktım aramayı. ve başladım sana yazmalara.
Yeni yılın kutlu olsun aminocuğum. git ders çalış, final
haftası balım. al bi de yılbaşı hediyesi aldım ki sana... of of... Neyse
kısacası... Her yıl dileğim aynıdır... Bulmak seni #aminoasit. yeni yılın
mutlu ve benle olsun ;)
Bölüm 4
Sinaps ve arkadaşları Merhaba... Yine ben. Biliyorum belki okuyorsun bu satırları. Ve belki
gülümsüyorsun her cümlenin sonunda. Veyahut belki habersizsin bu yazılardan.
Belki hiç yoksun. Veyahut...
Bu cümlenin devamında gelebilecek binlerce
olasılık var aslında. Ve hangisinin doğru olduğunu ikimiz de bilmiyoruz. Hatta
aklımıza gelebilecek tüm olasılıkların bir fazlasıdır kaderimiz. Belki tüm bu
yazılarım silinecek, veyahut sana layık olmadığı için göstermek istemeyeceğim
bu satırları sana. Ama yazıyorum yine de bıkmaksızın. Ve inan tüm bu yazıları
şuan blogda çalan müzik eşliğinde yazıyorum ileride birlikte dinleriz diye.
Aman neyse. Biliyorsun 14 Şubat yaklaşıyor.
Bundan once her 14 Şubat’ta seni bulamadığımdan bahisle hüzünlenirdim gafilce.
Fakat bu 14 Şubat’ta bambaşka bir şey yapmayı düşünüyorum : Dua etmeyi. Sabır
gücü için dua etmeyi. Çünkü biliyorum sabırsız biriyim. Seni bulabilmek için
çokça sabırsızlıklar gösterdim. Belki uğraş verdim ama tüm bu süreç bambaşka
bir gelişimi sağladı bende. Elbet birgün buluşacağımız fikri yeşerdi beynimde
ve artık sabırsızlık melodileri yerine sabır ezgileriyle dolduruyorum işitme
sinirlerimdeki sinapsları ve içindeki nörotransmitter maddeleri (işitmeyi
sağlayan şeyler). Tsm dinliyorum, İsfehan veya Rast makamında ney taksimi
dinliyorum falan işte. Fakat bu melodilerin hepsi seni anımsatıyor ve
Joker’deki gibi yapay olmayan bir gülümseme beliriyor dudaklarımda. Bir arkadaşımdan gelen güzel bir mesaj vardı
geçenlerde. O mesajda diyordu ki : ‘zaman geçse de sevgi hep olduğu yerde
kalır.’ Katılıyorum. Kalacaktır eminim bende. Başka yerlere dağıtmayacağım
kalbimdeki sevgi yüzdesini. Tamamı sana.
Neyse hadi görüşürüz. Doğum günümde gökyüzüne bak olur mu? Bir umut işte.. Devam edecek yazılarım
ölmezsem inşallah.
Bölüm 5
Her kelimenin kendine has bir manası
vardır. Aminoasitin sözlüklerdeki anlamı ise: proteinlerin temel yapi
elemanlari.. Her protein polypeptide diye adlandirilan amino asit serilerinden
olusur..' bu şekilde. Fakat benim
zihnimde çok farklı anlamlara sahip ve zaten bunları biliyorsunuz. peki neden
karboksilli asit veya endoplazmik retikulum veyahut narçiçeğim vs. değil de
-aminoasit- diye soran çok oldu. şöyle ki:
Evren, kainat inanılmaz
büyük. kafamızın alamayacağı kadar. Fakat bu kainatı anlamlandıran en temel öğe
ise dünya. dünya olmasa bizim için anlamsız olurdu en azından kainat. çünkü biz
olmazdık. Dünyayı ise önemli kılan şey, güneşe mesafesi falan değil. Bizler.
Yani insanlar. Çünkü tüm evren insanların emrinde. İnsanların oluşturduğu
birlikteliğe ise toplum deniyor. Toplumun anahtarı ise aile, ailenin en temel
yapıtaşı ise eş. yani bir vücut için aminoasit neyse, benim için de 'aminoasit'
o!
Peki insan proteinsiz kalmak ister mi?
sanmıyorum.
Bölüm 6
Güzellik abidem, amino’m…
Çokça şeyi sebepsizce merak ediyorum
senle ilgili, benle ilgili ve hatta daha doğrusu bizle ilgili. Mesela neyi
merak ediyorum biliyor musun? Senin aminoasit olduğundan emin olduğum ilk an ne
yapacağım mesela? Yüzüm pembeleşen soğanlar gibi renk mi değiştirecek yoksa
dilim işlev kaybına mı uğrayacak karşında? Şiirler yazabilecek miyim sana
doyasıya, sen bıkana dek? Gözlerime, benim sana baktığım gibi bakacak mısın
veya? Bir şarkımız olacak mı? (Şarkımız konusunda iki üç tane önerim var.
Mehmet erdem – herkes aynı hayatta, ali atay – yalan, ali atay – beni affet).
Daha başka bir çok sorum var. gözlerimiz dakikalarca kenetlenecek mi acaba?
Kimseye anlatmadıklarımı sana anlatabilecek miyim yada?
Bunların hepsi yanıtsız benim için ve sadece bir hayal şu zaman dilimi içinde. Sadece hayal. Ama bunlar tabi bazen bana öyle umut aşılıyor ki. Anlatamam. Ama anlatabileceğim birşey var ki, bazen bu hayallerin üzerimde bıraktığı umutsuzluk etkisi.
Bunların hepsi yanıtsız benim için ve sadece bir hayal şu zaman dilimi içinde. Sadece hayal. Ama bunlar tabi bazen bana öyle umut aşılıyor ki. Anlatamam. Ama anlatabileceğim birşey var ki, bazen bu hayallerin üzerimde bıraktığı umutsuzluk etkisi.
O an ne oluyorum biliyor musun? (Bilmiyorsun).
Konuşasım gelmiyor, asosyale bağlıyorum, yazıyorum sayfalarca, dinliyorum
dakikalarca (arabesk) ve beynimin önbeyin (Prosensefalon) bölgesine baskılama
yapıyorum. (bu bölgeye yapılan baskılama sonucu kişi bu süre zarfında mantıklı
karar veremez).
Böyle işte… Görüşmek üzere günbatımım…
Amor Ercanoğlu, namı diğer Müslüm Fincan :))
Bölüm 7
Merhaba amino, uzun bir aradan sonra yine ben.
Nasılsın? Eminim yine herzamanki gibi güzelsindir. Göreceli olan güzellik
kavramı, konu sen iken bende objektifleşiyor ve en güzel kavramının karşısına
sen geliyorsun - kim olursan ol -. Güzelliğin güzelliğinden değil, senden
kaynaklanıyor. Sen olmandan, Aminoasit Güzeli olmandan.
Neyse, Finaller başlamadan once oturdum sana şiir
yazayım dedim. Yanılgım doğruymuş, çünkü çok iyi biliyordum ki oturma ile
değil, içten gelen duyguyla yazılır şiir. ve doğal olarak yazamadım. içimden
geldiği bir zaman ise Yılmaz Erdoğanın beyaz kağıt şiirini dinledim ve
vazgeçtim yazmaktan.
Bilmiyorsundur muhtemelen ama, bu yılım çok
güzel, dopdolu gecti. Her açıdan beğendim bu yılımı. 2013 uğur getirdi
muhtemelen proteinlerime. Saymakla bitmez, ileride birer birer anlatırım sana.
Benim asıl anlatmak istediğim ise şiirlerde saklı. Şiir demetlerinin içimde
yeşermesi için tek gerekli varlık, gözlerin ve onlar olmadan her şiir sadece
bir karalama, en güzel manzaralar sadece bir ayrıntı ve en leziz yemekler
sadece bir kaç ATP'den ibaret.
Muhtemem bir yaz geçirmemiz dileği içimde
dolarken, görüşmek üzere. Adios :)
Bölüm 8 – Mektup
Eskiden mektup gelirdi sevgiliden. Simdi
ise modern zamanlar sevgiliden mektup değil email getirtmeye başladı. mail
kutumun şenlik sebebi belliydi: Aminoasit
Mail şöyleydi : "ADENIN bazli Dna
sarmalim, mfc... merhaba... Uzun süredir yazmayı arzuluyorum bu yazıyı aslında.
Özleminden bir türlü fırsat bulamadım. :) Beni birebir anlatan ve beni benden
alıp, sebepsiz ozlemlere ve durduk yere hüzünlerime yol açan tüm yazıların için
öncelikle çok teşekkür ederim. Görmeden aşık olmaya güler geçerdim eskiden,
şimdi ise gülmelerin yerine gözyaşı damlalari aldı. Beni severmisin, beğenir
misin, red mı edersin hiç önemi yok. Çünkü zaten bir karşılık bekleseydim bunun
adı aşk olmazdı. Anlayacağın aşkın en yoğun hali var şuan kılcal damarlarımda
kan yerine dolaşan. Görmeden ve aşık olarak... Biliyorum şuan büyük bir heyecan
ve merak var ve birçok soruyu sormak için bu yazıyı bitirmeyi bekliyorsun...
Anla halimi iste "yazılarını okurkenki halimi..." Adımi aminoasit olarak bil
yeter, daha fazlası seni benden uzaklaştırır diye korkuyorum açıkçası. Ve
inanır misin, bu yazıyı da blogundaki müzik ile yazıyorum. Sebepsiz yere merak ediyorum,
mesela senle ilk karşılaşma anımız nasıl olacak diye.. Ve birçok şeyi de seninle
birlikte yapmayı arzuluyorum. birlikte kırlarda kitap okumak, pes oynamak,
birbirimize şiir yazmak, birlikte müsta yapmak ve en önemlisi de karşımıza
çıkabilecek olası tüm zorluklara birlikte göğüs germek. Yani anlayacağın,
velhasıl seninle birlikte olabilmek... Sana neden "adenin bazlı
dna sarmalı" dediğimi de söyleyeyim : sana özendim ve "aminoasit
güzeli" kadar eşsiz birşey bulamadım. Ve aklıma ilk bu geldi, lise
bilgilerimden aklımda kaldığı kadarıyla... Bir kızın hayal edebileceği
en yüksek noktadaki hayal çiçeğimsin. Daha yükseği yok ve imkansız da 7 milyar
insan içinde. sözün özü, '1 > 7 milyar' senden sonra... Gevezeligime son verirken
senden gelecek bir maili ve yayınlayacagin her yazıyı merak içinde
bekleyeceğim... Yaz tatilim sen olacaksın, ceza kanunlu prensim... 'Aminosit Güzelin' "
Gelen kutumun baştacı bu şekilde. Hemen
sonrasında attığım mail sonrasında bekliyorum yanıtı heyecan ile dolu bir hâl
ile, merak denizinde boğulurcasına... Beklemek bana seni hatırlatıyor, ve her
şarkı seni anımsatıyor; güzelim -Amino-
Bölüm 9 – Noksan Ömrüm
Hayalimdeki
tezahürü sendin sevginin dünya izdüşümündeki güzel.
Herkes farklıdır ama sen gerçektin.
Herkes farklıdır ama sen gerçektin.
Veya
daha basitinden; Sen bendin.
Özgür
derler kelebeklere fakat,
Sen
benden bile özgürdün.
Ben
kelebeklere fark atıp da;
Düşlerine
odaklıyken
Gülümsemen
– o nadir olanlardan – sadece aklımı karıştırdı
Pamuk
ipliğine bağlı gönlümü bir batman halatla gönlüne bağladı
Fakat
basit bir düğüm vasıtasıyla.
Koşmaktan
ilk kez hoşlanmaya başladım Seni anımsatan yağmur zamanlarında
Uçsuz
bucaksız yollar yanımda.
Şiire
senin gözlerinin hayaliyle başladım yeniden
Tekrar
hoş geldin dedi mısralar zihin sarmallarıma
Belki
imkansıza aşkımdandır bu benzersizlik
Veyahut
mesafelerin çokluğudur seni bana yaklaştıran
Gönlünden
gönlüme olan türden
Ne
zamandır vermemiştim hüzün serumundan kılcallarıma
Aramaktaydım
hazan yağmurlarını ve
benzi
sararmış yaprakları kurumuş ve rüzgarla savrulmayı seven bir halde bir nehrin,
sensiz
akıntısına
üç
beş dakikalık idin yalnızca ömrümde veyahut günler,
dakika
hükmüne geçmişti hızla geçer ve anlamsız bir hoşgeldin sesi ile anlamsız ve
cılız
veda edercesine…
o
sessiz gözlerine, ve arkasındaki sayısız hüzne hadi dercesine her gülüş sen,
her
kırmızı ayakkabı senin sanki
her
mutluluk seninle ve her hayal ise noksan senden severcesine.
Zihninde
bir gülümseme ben olayım
O
bana yeter
Ömründe
bir yer alayım
Beni
mesud eder
Tıpkı
özlercesine
Amino...
iki ay önce denemiştim ya hani. sana şiir yazmayı. şiir ile ıslanmayı. başardım
sanırım. tanımadan, bilmeden, görmeden zor oldu fakat başardım girebilmeyi uzun
zaman sonra şiir mahallesine. teşekkür ederim... Özleme ve özleyenlere. Benim
gibi
Bölüm 10
Düşler Salıncağım,
Sürekli şiirlere koşma nedenim sen oldun
demiştim değil mi güzellik yapıtaşım? Cıvıl cıvıl geliyor hergün bana senin gözlerinle
uyandığım zamanlarda. Güneş bir başka güzel ışıldıyor. Yemyeşil çimenler
üzerinde uzanasım geliyor saatlerce, yanımdaki senin hayali ile. Rüyalarıma
seviniyorum ve sırf seni göreyim diye uykular ile arkadaşlık ediyorum. Çok ama
çok absürd hayaller kuruyorum seninle alakalı. Nerelere gideceğimizi not
ediyorum aklımın minik saraylarına. Hafıza sarayımın en büyük odasının en
ihtişamlı mücevherinin adını aminoasit koymamdan ötürü sanırım mücevherin bu
kadar sevilmesinin sebebi. Veyahut fazlasıyla hüsn-ü talil yapıyorum. fakat
işin içinde sen varsan, herşey hüsn değil mi zaten? Bir karar vermemin
gerekliliği çarpıp duruyor gönlümün sahillerine süregelen bir dalga biçiminde.
Uzun ve denizkabukları, dalga esintileri ve deniz maviliği ile donatılmış bir halde
koşmak istiyorum seninle hayal okyanumda.
Sadece ve sadece oturup şiir yazmak
istiyorum saatlerce sana. İçinde martıları, çakıl taşlarını, en narin gülleri
ve düşlerini barındıran. Küçük bir sahil kasabasında olan. Sessiz ve huzurlu.
Veyahut senli ve huzurlu. Küçük bir çamaşır makinası gürültüsü olsun sadece. Ve
bir de rüzgarın uğultusu aksın corti’mden. (işitme sinirlerim). Çocukken
çizdiğimiz resim vardır ya hani. Ev, iki dağ arasından akan nehir, tepedeki
güneş ve mutlu bulutlar. Işte oraya seni de ekliyorum hülyamda ve boyaya gerek
kalmıyor. Rengarenk oluyor tüm tuval, tüm kağıtlar ve tüm dünya. Öyle şiirler
yazmak istiyorum ki; Hiçkimsenin okuyamayacağı türden. Okusa da anlayamayacağı.
Senin bile…
Sonra umut partikülleri salınıyor yavaş
yavaş kılcallarıma doğru. Senin umudun geziniyor kalbimde, akciğerimde ve
zihnimde. Dua ile buluyorum tüm gücümü. Milyar olasılığın ‘sen’inle birlikte
olanını karşıma çıkarması için dakikalar ediyorum secdede. Yaz bitiyor be
amino. Tatil bitiyor. Hengamem kaldığı yerden devam ediyor. Biliyorsun bu sene
mezun oluyorum. Hayat yollarına ilk adımımı atıyorum galiba. Şimdiden
söyleyeyim, Pek vakit olmayacak gibi ama ilk fırsatta yine geleceğim buralara.
Bu satırlara. Buluş yine benimle olur mu? Gelecek yaz yine hep buradayım. Yine
hep hayalin burada. Gözlerimi unutma olur mu? Yine bin o otobüse olur mu? Yeşil
olan ve daim seni anımsatan.
Aufwiedersehen, Tschüss, Nashledanou, Ciao, Adios, Hasta Luego, Hasta Despues, Hasta la Vista. Veya daha kısasından; Görüşmek üzere…
Aufwiedersehen, Tschüss, Nashledanou, Ciao, Adios, Hasta Luego, Hasta Despues, Hasta la Vista. Veya daha kısasından; Görüşmek üzere…
Adenin Bazlı Sarmal, mfc…
Bölüm 11
Merhaba. Bazen şizofren olduğumu
düşünmeme sebep olan güzel. Yazın bitişiyle başlayan hengame yeni yeni ilk
dalgalarını sakinleştirdi ve ben de direkt geldim buralara yine.
Seni son görmemden yaklaşık 4.5 ay
geçmişti. Yani tam tamına 135 gün. 3240 saat. 194.400 dakika. Bazısı için bir
an, bana ise bir ömür gibi geldi. Fakat değdi. Çünkü yine herzamanki yerimizde
buluşmuştuk. Yeşil aktarma otobüsü. Eski, yeşil, ağır fakat bana daim cennet
gibi gelen o güzelim otobüs. Okuldan çıkmış giriş kapısına, otobüs bekleyiş
seramonimi başlatmak üzere mutlu bir ruh hali içinde yürüyordum. Sebebini
bilmiyordum ama mutluydum. Birkaç gün önceki ruhsal bulantılarım kalmamıştı.
Sıkıntıdan, dertten, tasadan Eser yoktu. Açıkçası bu esnada içimde seni görme
arzusu, umudu, beklentisi, olasılığı da yoktu. Fakat olur ya işte herşey birden
bire, ansızın… 4.5 aylık düşsel hasretim de birkaç salise içinde bitivermişti.
Okulun girişindeki turnikelerde duran
sendin. Pembe aksesuarların çok ama çok hoştu. O kadar hoştu ki; çevrendeki tüm
ağaçların yaprakları telefonunun kılıfının rengine bürünmüştü sen oradasın
diye. Yine baktın, yine afalladım, yine çaktırmadım. Belki sen anladın ama emin
ol başka kimse anlamadı afallamalarımı. Yürüdüm geçtim yanından, oturdum
duvarın üzerine, kulaklığımdaki mutlu tınıları örs çekiz özengi (nasıl yazıldığı ve
sıralaması hakkında bilgim yok amino. Lisede dinleseydim iyiydi) doğrultusunda
beynime ve oradan kalp atışlarıma gidiyordu. Ekg çekilse senin adın yazardı
emin ol. Kirilian fotoğraf ile bakılsa her tarafım pespembe olurdu. Auram sen,
teofizik sen.
Ve sonra beklenmedikler devam etti. Sen
geldin, hemen yanı başıma oturdun. 30 cm kadar uzağıma. Aramızda sadece 30
santimetre uzunlukta olabilecek kadar oksijen vardı. Bu kadar. Arasıra bana
bakmaların sadece dopamin seviyemi artırıyordu. Ki zaten dopamin artınca gerisi
teferruat olurmuş metabolizmada. Neyse, dakikalar geçti böylece. Sessiz ve
yanyana. yine aktarma geldi. Önden yürüdüm sen umuduyla, döndüğümde eski
yerinde yoktun, aktarma da boştu, gerisi ise benim için boş zaten. (ciddi ciddi birkaç saniye
düşünmedim değil şizofren miyim lan diye. Hani gerçekten öyleyse durum vahim.)
Sevdiğinin yanındayken kelimeler sadece gürültüden ibarettir demişti aksakallı dede. Haklıymış… biz sessizliği seviyoruz değil mi? gürültüsüz ve yanyana… eve gittiğimde Pembe renk o gün tüm renkleri bastırıyordu, toz pembe dünyada sadece pembe kalıyordu.
Sevdiğinin yanındayken kelimeler sadece gürültüden ibarettir demişti aksakallı dede. Haklıymış… biz sessizliği seviyoruz değil mi? gürültüsüz ve yanyana… eve gittiğimde Pembe renk o gün tüm renkleri bastırıyordu, toz pembe dünyada sadece pembe kalıyordu.
Pembe ve mutlu anılar. Çikilata tadında….
Ne demiş Almanlar; “Ich
liebe schokolade mit dir.” (:
Ağaçlar pembe oldu dediğimde inanmadın değil mi?
- Burada
oturup çay içelim mi?
+ Çay
içmediğimi biliyorsun aminocum :)
- Kahven az şekerli olsun değil mi? :)
Bölüm 12 – Mektub-u
Harabat
Mail kutusu şenliklerim final haftası öncesinde
-birkaç gün önce- başladı tekrardan. Mutlu keçiler gibi gülümsedim
istemsizce... Şenlik sebebi belliydi; bir mektup. Daha doğrusu bir mail...
"Adenin Bazlı DNA Sarmalım, mfc;
Çok uzun zaman oldu değil mi? Zaten saniyeler
bile ilerlemek konusunda isyankar iken; bir de aylar eklenivermişti düşmanlarım
arasına. Beklemek ne zor bilir misin sen? Dopdolu
bir yaz geçirme hedefindeydim aslında, hedefimdekilerden biri hariç hepsi de
gerçekleşti hatta. Fakat senin eksik olman dopdolu olabilecek herşeyi bomboş
yapıyordu. Buna cennet de dahil galiba. Ilk gezi yazını okuduğumda hüzün ve
sevinç birleşti bir anda. Gitmiştin, yoktun ve seni görme ihtimalim az iken hiç
olmuştu. Çok çok uzaklardaydın. Hoş, 2 metre ötemdeyken bile uzak değilmiydik
sanki? Desen ki; “Yazın neler yaptın?”
–merhaba bile demen yeterli ama…- “Parklarda oturdum, kırlarda gezdim, denizlerde ufka baktım, senle aynı
anda bakıyoruzdur umuduyla gökyüzünde bir yıldız seçtim ve bakışadurdum” derim.
Bir aşık divaneliğinde. Bulutlarda adını hayal ettim, rüzgarda fısıltılarını.
Her yazında daha da bir mutlu oldum okudukça. Çünkü biliyordum sen mutluydun ve
bu bile yeterdi bana. Çok istedim satırları doldurmayı. Her defasında sildi
ellerim. Kalbim yazdı, ellerim sildi. Korkudandı belki bu. Bilmiyorum
Okul açıldı, ve beni anlattığını gördüm yine bir
yazında. Içim içime sığmadı, 1 hafta gülücükler saçtım her tarafa; sırf gülmek
sadakadır diye, sırf senin sadakan olsun diye. Çok zaman seni görüyordum günler
geçtikçe, ve bana bakmamaların gülücük meltemlerimi hüzün fırtınalarına
çeviriveriyordu. Konuşasım geliyordu, ve her defasında vazgeçiriyordu birşeyler
beni. Ne olduğunu bilmediğim sebepler… Neyse;
bekliyorum… Bekliyorum desem de yanlış aslında. Belli ki farkımda değilsin
artık. Belli ki farkındasız bir güneşli merhaba demişsindir. Belki de bana
demişsindir. Umut içinde bekliyorum... Ama
en güzeli uzaktan sevmekti belki eldekiler arasında… Kim bilir?
Görüşmek üzere, Amino.
Bölüm 13
Uyurken ve kalkarken aklında sürekli aynı
kişinin varlığı bazen azap verebiliyor. Mutlu rüyaların varlığı ne kadar çok
olursa olsun, vuslatın veya mutsuzluk ihtimalinin varlığı bile azap sebebi
oluyor gece lambası açık gecelerde.
Ne de güzel başladı herşey ikimiz için. Numaralarımızı aldık, saatlerce konustuk, yemek yedik, gezemedik ama gezmiş gibi yaptık. Parktaki halimiz görülmeye değerdi. Sakarlıklar ve biz. Sevimli ve 'sevgi' ile dolu sakarlıklar. Birbirimizden sebepsiz utanmacalar. Sanki bir ömür böyle sürecekmiş gibi...
Neyseki zaman geçti. Biraz alışmış gibiydik birbirimize. Birlikte gülüşmelerimiz, konuşmalarımız fazlacaydı. Ve umudumuz da. Fakat umut varsa zıddı da olmalıydı, umudum kırılıyordu periyodik olarak. Yine böyle bir zamanda çok kıymet verdiğim bir dostumun iki üç kelimesi yetivermişti; “vazgeçme Müslüm, sabret”. Her ne kadar engel olduğunu hayal etsek de, belki kabullensek de; birşeyi unutuyorduk ikimiz de: dua ettiğimiz Zat-ı Celal herşeye Kadir değil miydi? Bizimkisi neyin acelesiydi meftun bir halde? Sinemada aynı filmi farklı zamanlarda da olsa izleyebiliyorduk, buna şükretmeliydik. Aynı filmler, aynı kitaplar, aynı mutluluklar, aynı hırçınlıklar, aynı bekleyişler ortak özelliğimizdi. Buna şükretmeliydik aslında. Hem artık adını da biliyordum ve bu bile yeterdi aslında bana. Çünkü insan küçük mutluluklarla yetinmeliydi. Zira, Şükrün aslı bunu gerektiriyor gibime geliyor.
Ne de güzel başladı herşey ikimiz için. Numaralarımızı aldık, saatlerce konustuk, yemek yedik, gezemedik ama gezmiş gibi yaptık. Parktaki halimiz görülmeye değerdi. Sakarlıklar ve biz. Sevimli ve 'sevgi' ile dolu sakarlıklar. Birbirimizden sebepsiz utanmacalar. Sanki bir ömür böyle sürecekmiş gibi...
Neyseki zaman geçti. Biraz alışmış gibiydik birbirimize. Birlikte gülüşmelerimiz, konuşmalarımız fazlacaydı. Ve umudumuz da. Fakat umut varsa zıddı da olmalıydı, umudum kırılıyordu periyodik olarak. Yine böyle bir zamanda çok kıymet verdiğim bir dostumun iki üç kelimesi yetivermişti; “vazgeçme Müslüm, sabret”. Her ne kadar engel olduğunu hayal etsek de, belki kabullensek de; birşeyi unutuyorduk ikimiz de: dua ettiğimiz Zat-ı Celal herşeye Kadir değil miydi? Bizimkisi neyin acelesiydi meftun bir halde? Sinemada aynı filmi farklı zamanlarda da olsa izleyebiliyorduk, buna şükretmeliydik. Aynı filmler, aynı kitaplar, aynı mutluluklar, aynı hırçınlıklar, aynı bekleyişler ortak özelliğimizdi. Buna şükretmeliydik aslında. Hem artık adını da biliyordum ve bu bile yeterdi aslında bana. Çünkü insan küçük mutluluklarla yetinmeliydi. Zira, Şükrün aslı bunu gerektiriyor gibime geliyor.
Bir ilahinin sözlerini sana çeviriyor zihnim her ne kadar istemesem de; Etmek mi muradın beni sermest-i harab? Ta haşre kadar böylece mecnun olarak
Herşey bakış açısında gizliydi aslında, yanlış olan bizim seçimlerimizdi (:
Bölüm 14 – Bakış Açısı
Bir eğitim öğrencisinin attığı mail;
Aminoasit ve ben, bir üçüncü kişi
gözünden… “İyi günler. Zirve’deki
Eğitim Fakültesi Pdr bölümünde bir öğrenciyim. Yazılarınızı ilgiyle ve merakla
takip ediyorum. Izin verirseniz, sırf size denk geldiğim için yazmak istiyorum
sizle alakalı dışarıdan gördüklerimi.
Yine bir gün turuncu aktarma otobüslerini
bekliyordum bu sene başında. Okuldan çıkmış ve yorgundum. Hava soğuk değildi
ama Zirvenin konumundan ötürü rüzgar vardı hafiften. Gişelerin orada biri
başını çevirdiğinde diğeri bakan iki kişi dikkatimi çekti ilk önce. Pembe pembe
giyimli bir bayan ile gözlüklü siyah ağırlıklı giyinmiş biriydi. Ikisi de
birbirini izliyor ve bunu diğerine çaktırmamaya çalışıyordu fakat aslında ikisi
de çocuklar gibiydi ve çok rahat anlaşılıyordu birbirlerine olan ilgisi. Kimse
izlemiyordu sanırım benden başka zaten bu ikiliyi. Birbirlerinin gözlerine
baksalar leyla&mecnun’u aratmayacaklardı belki fakat iki çekingen vardı
sadece. Sonra otobüs geldi. Ben yavaş yavaş otobüse yürürken bu ikiliye de
bakıyordum. Siyahlı olanı önden yürümeye başlamıştı fakat apaçık belliydi
ayaklarının arkaya götürmek istediği. Arkasına bir bahane ile baktığında kız
yoktu çünkü Pembeli hemen kalkıverdi, ve yürüdü diğer yandan gelen mavi
otobüse. Fakat pembelinin tam binerken bakışı ve yüz ifadesi vardı ki;
ansiklopedileri, antolojileri, kitapları, defterleri işgal edebilecek vuslat
kavramı sadece bu ifade ile açıklanabilirdi kolaylıkla.
Sonra eve gidip aminoasit güzeline
yazısını okuyunca anladım ki, bu şahit olduğum bir aşk serüveninden başkası
değildi zaten.”
Böyle işte aminocuğum. Hayatımdaki sen
“puzzle”ında tek tek tamamlanıyor parçalar. Sensizlik parçası gibi en büyüğünü
bulduktan sonra diğerleri sadece teferruat kalıyor benim için. Bir gazetedeki
icra ilanı gibi teferruat. Neyseki güzel günlerimiz başladı. Annenle tanışmam benim
için biraz zor geçse de başardım gibi. Gizliden de olsa –biraz heyecan katması
iyi oluyor aslında- seviyorum bu serüveni be aminom. Iyi ki buldum seni, bulduk
birbirimizi. Bir ömür kaybetmemek üzere…
Annenin gözüne girdiysem ne mutlu (:
Bölüm 15
Aminoasit Serisinde (“sen” serisi) sona
yaklaşırken (Bitirmemem
konusunda beni iknaya çalışsan da yapacağım bunu. Biliyorsun, lakabım “sauron”,
diktatörlük benim işim) aklıma gelenleri yazayım dedim aminom.
Süpermarket poşetiyle mahalle bakkalının önünden geçmemek için yolu uzatanlar
gibiydik ve kaçışırdık durmadan birbirimizden hatırlarsan. Ama eminim ki
bugünlerimizi bilsek ikimiz de bunların hiçbirini yapmazdık ama bu
düşüncelerime sihirli üç kelime set çekiveriyor anında; “nasip, hayırlısı, kısmet”.
Farkında olmaksızın aynı ortamlarda buluştuğumuzu birbirimize anlatışımız da ne
güzeldi ve ne çok eğlenmiştik o güneşli cumartesi gününde, daim buluşma
noktamız olan parktaki o bankta. Sen ödül törenimde çuvallama anımda salonda
oturanlar arasında iken olayın farkında değildin ama sen olsaydın yine de
yapmazdım sanırım öyle bir hata. Veya beni takip edişlerin otobüsten indikten
sonra, ben farkında olmadan. Ah ne türden bir delilikmiş bizimkisi. Boşa geçen
veya aramızdaki bağlantıyı düğümlerle perçinleştiren o delilikler… Yeşil
aktarma otobüsünde benden yer isterken başlamış ilk kıvılcım dediğine göre, ve
emin ol eşzamanlı ilerliyormuş sevgisel bağlantımız (bu konuda verdiğim sırları
kimseye söylemeyeceğine eminim).
Öyle umutsuzluk kaplamıştı ki bir
zamanlar bedenimi; boşvermeye başlamıştım hayatı. Seni istiyor, istiyor,
istiyor fakat bir türlü muvaffak olamıyordum. Ve o zaman anladım ki; en çok neyi istersen o
senin imtihanın olurmuş. Imtihanların en yukarılarındaydın benim için.
Ne zaman seni çok sevsem özgüvenim sıfırlanıyordu. Ve bunun da aşkın en doğal
belirtisi olduğunu biliyorum. Seni sevmem beni ne kadar geliştirdi farkındayım.
Çok… Anlatamam (aslında
sana anlattım). Aminom, Profesyonel bir yalancı olduğum aşikar ama en
dürüst anlarım sana karşı. Kendimden tahmin edemediğim derece bir dürüstlük.
Sudan öte bir şeffaflık. Herşeyi ama herşeyi anlatmak istiyorum sana, hayatımda
yalan üzerine temellenmiş olan…
Velhasıl kelam; demek istediğim şu ki, teşekkür ederim. Var
olduğun için ve “sen” olduğun için. Uzun süreli ve bir yastıkta kocamalık bir
umut verdiğin için. Bitmemesi dualarıyla... “Yalnızlık Allah’a mahsus deyip,
iki şeker atsam çayına?”
ps; Doğum günü hediyen başımın ucunda daima. Teşekkürler
ps; Doğum günü hediyen başımın ucunda daima. Teşekkürler
Oha, Gülümsedi lan bana :) "bir
zamanlar"
Bölüm 16 – Hikayenin
Sonu
Hayatın her anında, her dakikasında ve
belki kıyamete dek sizi düşünen birinin olduğunu bilmek insana huzur veriyor.
Öyle bir huzur ki bu; karşınıza hangi zorluk, güçlük, aksaklık, engel ve türevi
şeyler çıkarsa çıksın hepsinin üstesinden gelebileceğiniz umudu yeşeriyor bir
anda zihninizde. Yaşadım, ondan biliyorum.
Iki genç düşünün. Mecnundan daha yüksek delilik derecesinde seven (“bugün pembe giymiş, kesin benim için” diye düşünebilecek kadar yüksek oranda bir delilik) ve Leyla’dan daha bir bekleme tutkunu. Yılları göze alacak türden.
Rastlantı diyenler de oldu, tesadüf diyen de; kaderin cilvesi de zikredildi, tevafuk da; ama ne denirse densin iki gencin fevkalade sayıda anormallik içeren hikayesi bu. En başından beri, ve belki en sonuna dek (ölene dek olacağını tahmin ediyoruz) devam etmesini istediğim hayat yoluna girişimizin simgesiydi tanışmalarımız, konuşmalarımız ve bir yüzük; üzerine isimlerimizin ses dalgası halindeki biçimini kazıttığımız. Ve aklımda bir çok sürpriz taslağını barındıran -6 Haziran 2014- (merak edince daha da bir güzel oluyorsun, biliyor musun amino’m)
Mezun oluyorum ve hayatımda yeni bir süreç devreye giriyor. Seninle yeşeren yeni umutlarım ve aspartamdan daha fazla şeker tadı veren türden hayal kutucuklarım var. Karşıma hangi zorluk çıkarsa çıksın, bana çözebilme gücü veren bir güzelin kalbine sahibim. Daha ne olsun!
Iki genç düşünün. Mecnundan daha yüksek delilik derecesinde seven (“bugün pembe giymiş, kesin benim için” diye düşünebilecek kadar yüksek oranda bir delilik) ve Leyla’dan daha bir bekleme tutkunu. Yılları göze alacak türden.
Rastlantı diyenler de oldu, tesadüf diyen de; kaderin cilvesi de zikredildi, tevafuk da; ama ne denirse densin iki gencin fevkalade sayıda anormallik içeren hikayesi bu. En başından beri, ve belki en sonuna dek (ölene dek olacağını tahmin ediyoruz) devam etmesini istediğim hayat yoluna girişimizin simgesiydi tanışmalarımız, konuşmalarımız ve bir yüzük; üzerine isimlerimizin ses dalgası halindeki biçimini kazıttığımız. Ve aklımda bir çok sürpriz taslağını barındıran -6 Haziran 2014- (merak edince daha da bir güzel oluyorsun, biliyor musun amino’m)
Mezun oluyorum ve hayatımda yeni bir süreç devreye giriyor. Seninle yeşeren yeni umutlarım ve aspartamdan daha fazla şeker tadı veren türden hayal kutucuklarım var. Karşıma hangi zorluk çıkarsa çıksın, bana çözebilme gücü veren bir güzelin kalbine sahibim. Daha ne olsun!
Aminoasit yazılarına son verirken aslında
yeni şeylere adım atmanın mutluluğu içindeyken biz, tek birşey söylemek
istiyoruz sevenlere: “Duygular,
içeride hapsolmak için değil; güne çıkıp çiçek açmak içindir.”
Bu sana blog üzerinden aktaracağım son yazım amino, umarım sevmişsindir ve okurken bu yazıları umarım gülümsemişsindir içten bir şekilde. Seni seven ve alelade hayatlarda başrol oynamaktansa, kalbinde figüran olmayı tercih eden (çok mu zorlama oldu ne?) (bu nasıl bir ergen cümlesidir arkadaş, hayattan soğudum. piyuvvv) adenin bazlı dna sarmalın; mfc…
Bu sana blog üzerinden aktaracağım son yazım amino, umarım sevmişsindir ve okurken bu yazıları umarım gülümsemişsindir içten bir şekilde. Seni seven ve alelade hayatlarda başrol oynamaktansa, kalbinde figüran olmayı tercih eden (çok mu zorlama oldu ne?) (bu nasıl bir ergen cümlesidir arkadaş, hayattan soğudum. piyuvvv) adenin bazlı dna sarmalın; mfc…
Hikaye, bitti.
Gerçekten, hakikaten, cidden son
yazı; Aminoasit Güzeline – 17, hiçbir gerçek gizli kalmayacak.
Aminoasit kimdir, nedir, necidir, hangi fakülte, hangi sınıf, fotoğrafı vs. Hepsi Yakında
Bölüm 17 – Uyanış
Arzu
da kim :O
Beklendi ve çoklar tarafından merak edildi
biliyorum bu son. Takip eden çok fazla kişi vardı, bu kadar bir ilgiyi de
beklemiyordum aslında “aminoasit yazı dizisine”. Hiç ummadığım kişilerden,
umulmadık pozitiflikte tepkiler aldım. Ve bu da yazıdizisini devam ettirmemi
sağladı.
Hemen söyleyeyim; “böyle mi biter” diyen
olacaktır, bu sonun gerçekliği konusunda inanmayanlar da olacaktır, hala devamı
geleceği umudunu besleyen olacaktır vs. ama söylemem lazım; aminoasit karakteri
yok aslında. Tamamı hayalimin birer ürünü. Yemin de edebilirim. (yani Bu dünyada mevcut değil. Parelel bir evrende mevcut olabilir, o da
umrumda değil). Bu yazı dizisine başlamam
şöyle oldu; bir gün okul çıkışı turnikelerde beklerken canım sıkıldı. Oturdum
etrafı izlerken aklıma bu tür birşey yazmak geldi. Sadece bir-iki tane yazarım
diyordum. Beğeniler çokça olunca devam ettireyim dedim. Ki ayrıca bu yazıları
yazmak nedense beni rahatlatıyordu. (Yazılara bazı bazı duygularımdan parçalar eklemedim dersem yalan olur.
Fakat onlar da birkaç cümleyi geçmedi hiçbir zaman.)
Genel taslak (aminoasit karakteri, bana attığı mailler, 3.kişilerin gözlemleri falan.
Hepsi) kurmacaydı. Yazı dizisini mantıksal bir
çerçevede okuyan bir kimse zaten anlayacaktır tezatları. Ve böyle birinin olmadığını.
Ama tabi neye inanmak istersiniz onu bilemem. (Hala aminoasit var ve benim de hedef saptırma gayretinde olduğumu da
düşünebilirsiniz. Your choice) (güvenini kaybettiğim için üzgünüm okurum. Ama
durum maalesef bu) “Niye 17 tane
yazdın peki?” diyen olacaktır; seviyorum
17 rakamını, başka bir sebebi yok. Açıklamam da yok buna. Yeminlen.
6 Haziran 2014 ise sadece mezuniyet tarihim. İnanmayan akademik takvime bakabilir. Başka bir mana veya atraksiyon yok
6 Haziran 2014 ise sadece mezuniyet tarihim. İnanmayan akademik takvime bakabilir. Başka bir mana veya atraksiyon yok
Bu denli bir öyküyü yaşamak istermiydim peki? Sanmıyorum.
Kaldırabileceğim türden bir durum değil sanırım bu hikayede anlatılanlar.
Aminoasit Güzeline – 16 yazısında bulunan fotoğraftaki M harfi herhangi bir bayana ait de değildir. Benim baş harfim. (ego, diktatorya, sauronluk falan hep bende lan :/)
Aminoasit Güzeline – 16 yazısında bulunan fotoğraftaki M harfi herhangi bir bayana ait de değildir. Benim baş harfim. (ego, diktatorya, sauronluk falan hep bende lan :/)
Bu arada; Bu yazılarla ne
yapacağım belirsizdi açıkçası; ta ki bir dostumun tavsiyesine kadar: Kişiye
özel kitap haline getireceğim. Sınırlı sayıda ve nadide insanlara. İleride
belki günün birinde hediye ederim diye; aminoasitin en gerçeğine; bayan
nihayet’e… Yeni serüvenlerde buluşmak üzere
okurcuğum; Allah’a emanet ol. Takip ettiğiniz için TEŞEKKÜRLER
Ps; Aklıma geldikçe bu yazıda güncelleme
yapabilirim gerçekler ile alakalı okurum.
Yorumlar
Yorum Gönder