Öykü - Hapishanedeki Özgürlük

Hapisanede doğmuştu. Hayatında dışarıyı sadece demir parmaklıkların ardında izleyebilmişti. İçindeki merak hissi inanılmazdı. Bazen garidyan çaresizliğini görmek isterse çıkarırdı birkaç dakikalığına dışarı. Suyu yiyeceği temizliği eksik edilmezdi sözde. Buz gibi suda, tam kurulanmadan yıkanır, pis ve haftalar öncesinin suyunu içer, bayat ve sırf ölmesin de başımıza iş açmasın diye verilen yiyecekleri yerdi. Ama dayanıyordu.

Tek başınaydı. Gardiyanların varlığını önemsemeksizin kimsenin anlamayacağı bir şarkı tüttürür, kendine bir konser sefası verirdi. Gardiyan rahatsız olursa ya karanlığa hapseder ya da bir şekilde (!) kesmeyi başarırdı o sesi. Bazen gardiyanlar uğraşacak, sinir edecek birini ararlardı. Ve her türlü zorluğun bir anda başlaması gibi bağıra çağıra karşı koymaya çalışırdı fakat nafile... O bağırdıkça gardiyan keyfe gelir, daha da bir uğraşırdı. Gardiyan uğraştıkça daha da bir bağırırdı. Paradoks hayatı yaşıyordu

Öyle bir an gelmişti ki ; parmaklıkları kemirir olmuştu. Birşey yapmak istiyor fakat lakin çabaları beyhude kalıyordu. Akıntıya kürek çekiyordu resmen bu yalnız ve acımasız dünyasına. Bazen ölmeyi okadar çok istiyordu ki; en mazoşist kimse bile imrenirdi haline.

Acıdım haline. Birşey yapmam gerekiyor, sessiz kalmamam gerekiyordu. Garidyan yokken açtım daimi esaretgâhının kapısını. ‘Hadi git !’ dedim. Anlamadığım bir kaç kelime etti. Sanırım teşekkür ediyordu ya da ne yapacağımı bilmiyorum ki diyordu. Aslında suyum yemeğim hazır, rahatlığımdan niye vazgeçeyim diye içinden geçiriyordu, bu özgürlükle rahatlığın savaşında. Ama çıktı. Uçamadı özgürlüğe. Halıya düştü. Çünkü kanatları kesilmiişti kafeslerin kartalının... bembeyaz tüyleri toz olmuştu...

Yorumlar